delil içinde neticeyi görmek, yani âlemden Sânii müşahe-
de etmek tarikıyla takip ettikleri meslek olan cedavil-i
ekvanda cereyan-ı tecelliyatı ve melekûtiyet-i eşyada sere-
yan-ı füyuzatı ve meraya-i mevcudata tecelli-i esma ve
sıfâtı ise, dıyku’l-elfaz sebebiyle “
ulûhiyet-i sariye
” ve “
ha-
yat-ı sariye
” tabir ettikleri hakaikı başkalar anlamadılar.
Sû-i tefehhümle, kendi istidad-ı şûrelerinden zuhur eden
evham-ı vahiyeye muhakkikînin kelimat ve şatahatını tat-
bik ettiler. Yuha onların akıllarına! Süreyya derecesinde
olan muhakkikînin efkâr-ı mücerredeleri, sera derekesin-
de olan mukallidîn-i maddiyyunun efkâr-ı sefilesinden
binler derece uzaktır.
Evet, şu iki fikrin tatbikine çalışmak, şu zaman-ı te-
rakkide akl-ı beşerin düçar-ı sekte olduğunu ve varta-i
mevte düştüğünü izhar etmektir ki, insaniyet, müteessi-
fâne nazar ederek ve istidad-ı tahkik ve terakki lisanıyla
o
™``p
WÉs
°ùdG o
AÉn
«°u
†dG n
ør
jn
Gn
h És
`jn
ôt
ãdG n
øp
e …'
ôs
ãdG n
ør
jn
G ...$Gn
h s
Ón
c
(1)
p
á°n
ùp
eGs
ódG p
án
ªr
?t
¶dG n
øp
e
demeye mecbur oluyor.
iŞarET
Şunlar, ehl-i vahdetüşşuhutturlar; fakat vahdetülvücut
ile mecazen tabir edilebilir. Fakat hakikaten vahdetülvü-
cut, bazı hükema-i kadimenin meslek-i batılasıdır.
Tembih
Şu mutasavvıfînin reis ve kebiri demiş ki: İttisali veya it-
tihadı veya hulûlü iddia eden marifet-i İlâhiyeden hiçbir
dat, çorak yerin kabiliyeti.
istidad-ı tahkik ve terakki:
araş-
tırma ve ilerleme kabiliyeti.
ittihat:
Zat-ı Ulûhiyetin varlık ile
birleşmesi; Allah’ın kâinatla bir-
leşmesi.
ittisal:
Zat-ı Ulûhiyetin varlık ile
bitişmesi; Allah’ın kâinatla bitiş-
mesi.
izhar:
gösterme, açı€a vurma.
kebir:
büyük, ulu, yüce.
marifet-i ‹lâhiye:
Allah’ı bilme,
isim ve sıfatlarıyla tanıma, mah-
lûkatı ve Kur’ânî hakikatleri te-
fekkür ve tahsil ile veya lütf-i ‹la-
hî ile kalbî inkişaf ve basirete sa-
hip olmak.
melekûtiyet-i eşya:
eşyanın,
varlıkların görünmeyen iç yüzü,
esası.
meraya-i mevcudat:
mevcuda-
tın aynaları.
meslek-i batıla:
hakikatsiz mes-
lek, do€ru olmayan yol.
muhakkikîn:
muhakkikler, haki-
katı bulup meydana çıkaranlar,
hakikati araştıranlar.
mukallidîn-i maddiyyun:
mad-
diyyunu taklit edenler.
müşahede:
‹lahî güzellikleri ve
sırları görme, seyretme.
mutasavvıfîn:
mutasavvıflar, ta-
savvuf ehli olanlar, sofîler.
müteessifane:
müteesif olarak,
eseflenerek, kederlenerek.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
şatahat:
şatahlar, dengesiz ve öl-
çüsüz sözler.
serâ:
arz, yeryüzü.
sereyan-ı füyuzat:
feyiz ve bere-
ketlerin akıp gidişi.
sû-i tefehhüm:
yanlış anlama.
Süreyya:
Ülker yıldızı, pervin.
tarik:
yol.
tatbik:
uydurma, uygulama.
tecelli-i esma ve sıfât:
Cenab-ı
Hakkın isimlerinin ve sıfatlarının
tecellisi, görünmesi, meydana
çıkması.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
ulûhiyet-i sariye ve hayat-ı sa-
riye:
‹lâhî sıfatların ve Allah’ın ha-
yatının, dirili€inin varlıklara sira-
yet etmesi, bulaşması anlamında
vahdetü’l-vücut ehlince kullanı-
lan tasavvufî tabirler.
vahdetülvücut:
vücudun birli€i,
varlı€ın bir ve tek oldu€u düşün-
cesi, varlıkları bir bilme düşünce-
si: varlı€ın tek oldu€unu, her şe-
yin bir olan Allah’ın de€işik görü-
nüşleri oldu€una inanma temeli-
ne dayanan tasavvufî görüş.
varta-i mevt:
ölüm tehlikesi.
zaman-ı terakki:
ilerleme, yük-
selme zamanı, yükselme devri.
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma.
1.
Allah’a yemin olsun ki, hayır!.. Serâ nerede, Süreyyâ nerede? Ve parlak ışık nerede, zifiri ka-
ranlık nerede?
MuhakeMat | 179 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
akl-ı beşer:
insan aklı.
âlem:
dünya, cihan; bütün
yaratılmışlar.
cedavil-i ekvan:
varlıkların
akıp gittiği kanal.
cereyan-ı tecelliyat:
tecelli-
lerin akışı, ortaya çıkma hare-
keti.
dereke:
aşa€ı inen basamak,
aşa€ı mertebe.
dıyku’l-elfaz:
ifade zorlu€u;
gayet ince, derin ve ruhen
hissedilen bazı manaların
sözle ifade edileme zorluğu.
düçar-ı sekte:
sekteye u€ra-
ma, birden bire durma, çalış-
mama.
efkâr-ı mücerrede:
bütün
kötü şeylerden ve vehimler-
den sıyrılmış fikirler.
efkâr-ı sefile:
zavallı fikirler.
ehl-i vahdetüşşuhut:
görü-
len, gözlenen âlemin (dünya-
nın) birli€ini benimseyenler.
evham-ı vahiye:
manasız ve
saçma vehimler.
hükema-i kadime:
eski filo-
zoflar.
hulûl:
“Zat-ı Uluhiyet”in varlık
içine girmesi; Allah’ın kainatın
içine dâhil olması.
iddia:
bir fikri ısrarla savun-
ma, dava etme.
insaniyet:
insanlık, insanlık
mahiyeti.
istidad-ı şûre:
verimsiz isti-