bir daire veya müstedîr bir sur gibi nazara alınız. Mu-
hammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetine merkez
gibi temaşa ediniz. Veyahut sultanın etrafına halka tut-
muş olan asakir-i müteavinenin nazarıyla bakınız. tâ ki
bir taraftan hücum eden evhamı, mütecavibe ve müte-
avine olan cevanib-i saire defedebilsin. İşte şu hâlde ja-
ponların suali olan,
(1)
p
¬r
«n
dp
G Én
æn
fƒo
Yr
ón
J …/
òs
dG p
¬'
`dp
’r
G p
Oƒo
Lo
h »'
?n
Y o
í°p
VGn
ƒr
dG o
?«/
ds
ódG Én
e
’ye
karşı derim:
İşte Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm…
iŞarETve irŞaTve TEMBiH
Vakta kâinat tarafından, hükûmet-i hilkat canibinden
müstantık ve sail sıfatıyla gönderilen fenn-i hikmet, istik-
bale teveccüh eden nev-i beşerin talîalarına rast gelmiş;
birden fenn-i hikmet şöyle birtakım sualleri irad etmiş ki:
“Ey insan evlâtları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle?
Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nere-
den? Ve müntehanız nereyedir?”
O vakit, nev-i beşerin hatip ve mürşit ve reisi olan Mu-
hammed Aleyhissalâtü Vesselâm ayağa kalkarak, hükû-
met-i hilkat canibinden gelen fenn-i hikmete şöyle cevap
vermiştir ki:
“Ey müstantık efendi! Biz maaşir-i mevcudat, Sultan-ı
Ezel’in emriyle, kudret-i İlâhiyenin dairesinden memuri-
yet sıfatıyla gelmişiz. Şu hulle-i vücudu bize giydirerek ve
şu sermaye-i saadet olan istidadatı veren, cemi evsaf-ı ke-
maliye ile muttasıf ve Vacibü’l-Vücud olan Hâkim-i Ezel’-
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
asakir-i müteavine:
yardımlaşan
askerler, birbirine yardım eden
askerler.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
cemi:
bütün.
cevanib-i saire:
sair taraflar, di-
€er yönler.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
evlât:
çocuklar.
evsaf-ı kemaliye:
olgunluk vasıf-
ları.
fenn-i hikmet:
felsefe ilmi.
hâkim-i ezel:
ezele hükmeden
Allah.
hatip:
hitap eden, toplulu€a karşı
konuşan.
hücûm:
saldırma.
hükümet-i hilkat:
yaratılışın dü-
zenlenmesi.
hulle-i vücut:
vücut elbisesi.
irad:
getirme, söyleme.
irşat:
do€ru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
istidadat:
istidatlar, kabiliyetler,
yetenekler.
istikbal:
gelecek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kudret-i ‹lâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptı€ı işler, fi-
iller, tasarruflar.
maaşir-i mevcudat:
grup grup
varlıklar, varlıklar âlemi.
mebde:
kaynak, başlangıç.
memuriyet:
memurluk.
muttasıf:
vasıflandırılan, sıfatla-
nan.
1.
Kendisine iman etmeye çağırdığınız Allah’ın varlığına delil-i vâzıh nedir?
u
nsuru
’
l
-a
kîde
| 218 | MuhakeMat
münteha:
bitiş, sona erme.
mürşit:
irşat eden, do€ru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
müstantık:
sorguya çeken,
sorgulayan, sorgu hâkimi.
müstedîr:
daire şeklinde
olan; dairevî.
müteavine:
yardımlaşan, bir-
birine yardım eden.
mütecavibe:
karşılıklı cevap
veren.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nev-i beşer:
insano€lu, insan-
lar.
nübüvvet:
nebilik, peygam-
berlik, Allah elçili€i.
reis:
başkan.
sail:
sual eden, soran.
sermaye-i saadet:
mutlulu-
€un sermayesi.
sual:
soru.
Sultan-ı ezel:
kudret kuvvet
ve iktidarı zamanla kayıtlı ol-
mayan, saltanatının başlangı-
cı olmayan sultan.
talîa:
do€an, tulû eden.
temaşa:
bakma, bakıp sey-
retme.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
teveccüh:
yönelme, yöneliş.
Vacibü’l-Vücud:
varlı€ı zarurî
ve zatî olan; varlı€ı başkasının
varlı€ına ba€lı de€il, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vakta:
ne zaman, ne vakit