"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Evini büro haline getirmişti

16 Eylül 2020, Çarşamba 01:28
Vefat eden ve önceki gün defnedilen YENİ ASYA ANTAKYA TEMSİLCİSİ AHMET DENKTAŞ’la 2009’da yapılan sohbeti, rahmete vesile olması niyetiyle tekrar yayınlıyoruz:

Yeni Asya gazetesi ile ilk olarak nerede ve ne zaman tanıştınız?

1959’da Üstad vefat etmeden kısa bir süre önce Nurcular’la tanıştım. Burada rahmetli Halid Konyalıgil Abi vardı, Mehmed İslamoğlu’yla beraber çıkan kitapları Cuma günleri cami avlusunda sergiliyorlardı. Ben de onların yanından ayrılmıyordum. Daha sonra İslamoğlu, kitap işini bana devretti. 1970’de de Yeni Asya’yı dağıtmaya başladım.

Hizmetle tanışmanız nasıl oldu?

Dine hakikat ile bağlanan, sağlam bir dayanak arıyordum. O zaman radyoda “Nurcular ayin yaparken yakalandılar” gibisinden haberler çıkıyordu. “Kim bu Nurcular?” diye merak ediyordum. Devletin bunları neden yakaladığını sorduğumda “Dini tahrif ediyorlar” diye cevap veriyorlardı. Antakya’da o zamanlar başı kapalı hanım çok az bulunurdu. Çarşıda tesettürlü hanımlar gördüm, fark ediliyorlardı o zamanın Antakyasında. Sordum bazı zatlara “Bunlar kimdir?” diye, “Nurcular” dediler. Ben de o zaman “Böyle Nurcular’a can kurban” dedim.

Sonra “Nasıl katılırım bunlara? Nerede bulurum?” diye soruyordum çevremdeki tanıdıklara. Allah rahmet eylesin Hüseyin Bulut Ağabey var Habib-i Neccar’da. “Git onu bul” dediler. Yanına vardım. “Ben de sizin sohbetlere katılmak istiyorum” dedim. Beni Habib-i Neccar Camii’nin yukarısında zemin katta bulunan bir eve götürdü. Yaşlı kimse yoktu, 20 tane kadar genç talebe vardı. Koltuk, sedir falan yok. Yerde saptan yapılmış yastıklar var, onların üzerlerine oturuyoruz. Orada Hüseyin Kanıbir Ağabey (Allah rahmet etsin) ders okudu. Çok hoşuma gitmişti o ders.

1970’den bugüne sizi Yeni Asya’ya bağlayan saikler nelerdir?

Beni Yeni Asya’ya bağlayan, İslâm bağıydı. O zamanlar manevî bir ihtiyaç içerisindeydim. 

Yıllarca bu gazetenin dağıtımıyla ilgilendiniz. Sizi bu noktada bağlayan sebep neydi?

Bazı gruplar o zaman “Gel, biz sana para verelim, bizim gazetemizi dağıt” dediler. Ben de o zaman onlara “Ben bunu para için dağıtmıyorum. Allah rızası için dağıtıyorum” dedim. Benim günde 25 kilometre yürüyerek gazeteyi dağıttığım oluyordu. O zaman durumumu gören birkaç arkadaş arabayla çıkarttılar beni, ama onlar da en fazla 3 gün dayandı. Sonraları halk otobüsüne binmeye başladım. Yaklaşık 2 yıldan beri dağıtamıyorum, artık ayaklarım ağrıyor. Ama evde de boş duramıyorum. Şehir merkezinde 10-15 tane işyerine ben götürüp teslim ediyorum.

* Bildiğimiz kadarıyla eviniz aynı zamanda da büro olarak hizmet ediyor?

1978’de benim adıma büro açıldı. 5 sene dışarıda faaliyette bulunduk, sonra evimi büro olarak kullandık. Hâlâ da evim büro olarak gözüküyor.

Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdıkları neler oldu?

Biz Yeni Asya’dan maddî olarak birşey beklemedik. Antakya’da kitapçılar eskiden bizim gazetemizi getiremiyorlardı. Hem maddî sebeplerden, hem de mahsurlu sayıyorlardı. O zaman kitapçıları tek tek gezdim. Elimde kitaplar vardı, bıraktım bayilere. Onlara “Kitabın anaparasını verin, kârı sizde kalsın, ben bir şey istemiyorum” dedim. Böyle dağıttık gazeteyi de, diğer yayınları da.

Manevî olarak ise kazancımız çok büyük. Evim dershane gibi oldu. Hep beraber, bütün gün Risâle-i Nur’u baştan sona hatim gibi okurduk. Hanımım öğrenci yetiştirirdi. 3 kız 3 erkek evlâdım var, onlar da Nur Talebesi oldular ve hizmet ediyorlar. Torunlarımdan vakıf olanlar oldu. Ailenin hepsi beni örnek aldı. Biz bu cemaatle tanışmasaydık, kim bilir ne olurduk. Allah’a şükürler olsun.

Bu hizmet yılları içinde unutamadığınız bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?

(Aslında Ahmet Ağabeyimizin hatırası çok, ama Risâle-i Nur’un bir kerâmeti olduğundan emin olduğumuz sadık bir rüyayı anlatmasını istedik.)

İki sene önce çok hastaydım. Ayakta duramıyordum, bu iki sene boyunca camiye gidememiştim ayaklarımın ağrısından. Eğilip yerden birşey alamazdım. Sonra rüyamda Üstad ile Zübeyir Ağabeyi gördüm. Başta sadece seslerini duyuyordum. Üstad soruyor Zübeyir Ağabeye ‘Bu kim?’ diye. Zübeyir Ağabey “Hatay’da 30 senedir temsilcimiz, çok hizmeti var” dedi. Ben de ‘Üstadım çok hastayım, ayaklarım tutmuyor’ dedim. ‘İyi olursun İnşallah, merak etme’ dedi Üstad. Zübeyir Ağabey çömelmiş, Üstad karşımda haşmetli duruyor. Elini öpmek istedim, elini göğsüme koydu, izin vermedi. Zübeyir Ağabey “Elini öptürmez” dedi. Üstad cebinden küçük bir cep kitabı çıkardı ve “Bu dünya mükâfat yeri değil, meşakkat yeridir. Ne kadar meşakkat olursa da mükâfatı o kadar çok olur” dedi. Daha sonra gözlerimi açtım. O gün bu gündür eski ağrım kalmadı. Yaşlılıktan artık ağrılarımız artıyor, ama Üstadı rüyamda gördüğümden beri eskisi gibi ağrım kalmadı çok şükür, her işimi yapabiliyorum.

(Konuşanlar: İBRAHİM SERTAÇ YILMAZ - HAKAN BAYRAKLILAR, Yeni Asya, 09.03.2009)

Okunma Sayısı: 4283
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı