İslâmî ölçülere göre ele alındığında içinde bir çok mahzuru barındıran bir mesele olarak bir kere daha masaya yatırılması gerekiyor.
Zira bir çok insan için mecburî olan bu ortamların mahremiyet açısından bir çok vartayı doğurduğu aşikâr.
Her gün bir mesai süresince karşı cinsle aynı ortamda kalmanın getirdiği mahzurların yanında bir de başbaşa kalındığında ne gibi manevî zararlar meydana geleceğini bir düşünelim.
İslâmın her meselede bir ölçüsü olduğu gibi bu konuda da bir ihtiyat ölçüsü vardır. “Sedd-i zerâi” olarak geçen harama giden yolda konulmuş tedbir ve yasaklamalar çerçevesinde bu konuda da bir takım ihtiyat ve tedbirler vaz edilmiştir.
Konuyla ilgili şu hadîse bakalım: “Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın. (Zira üçüncüleri şeytandır.)” (Buhârî, Nikâh: 111, Cihâd 140; Müslim, Hac 424. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ’ 16, Fiten 7.)
Bu hadiste ve tesettür ayetinde de bir koruma ve sakındırma bulunuyor. Çünkü zinayı yasaklarken ona yaklaştıran vesileleri de ortadan kaldırma yoluna gidiliyor. Bu meseleyi şu misale benzetebiliriz: Bir kimse uçurumun kenarında geziniyor ve hiçbir tedbir almıyorsa içine düşmesi kaçınılmazdır. Aynen bunun gibi günahların yamacında ihtiyatsız hareket eden birisi için de harama düşmesi ihtimaldir.
Şimdi bu ölçülerle baktığımızda çalışma hayatının ne kadar mahzurlarla dolu olduğunu görürüz. Çağın getirdiği hayat tarzı ve çalışma formları ne yazık ki Kur’ân ve Sünnete uygun düşmeyebiliyor. Her Müslüman nefsinin yanında, bir de zahirî plânda bu menfî unsurlar ile mücadele etmesi gerekiyor. Zira temiz bir kalp, temiz akıl ve fikir için temiz cemiyet veya en azından temiz ortam gerekir.
Bir kamu kurumunda görev yaptığımızı düşünelim. Çalıştığımız yerde kadın erkek karışık bir ortam var. Böyle bir ortamda kadın tesettürüne riayet edip çok ciddi ve vakur durması lazım gelir. Bunun yanında asla kapı kapalı vaziyette yalnız bulunmaması şartı vardır.
Zaten özel kurumlarda bunun fazlası mevcut. Ayrıca normalde sekiz saat eşimizle oturup sohbet etmediğimiz hâlde mahrem olan bir iş arkadaşı ile her gün aynı ortamda olmanın getirdiği bir ünsiyet cereyan etmektedir. En acısı ise zamanla bu ünsiyet bizi gevşetiyor ve dikkatli davranmayı, ciddi olmayı bırakıyoruz. Mesai arkadaşlığının getirdiği rahatlıkla espriler, şakalaşmalar derken mahremine karşı samimi bir davranış sergilenmeye başlanıyor. Başında örtü olsa bile onun gerektirdiği ciddiyet kayboluyor. Halbuki bu noktada Kur’ân bize gözümüzden sesimize, konuşmamıza kadar bir çok ölçü ve kısıtlama getirmişken bu tedbirlere uymadığımızda nasıl bir kayıp içinde olacağımız ortada. Eşinden göremediği iltifatı iş yerinde gören fert, duygu ve düşünce kayması yaşıyor. Her gün tekrarlanan bu kısır döngü, yasak duygu ve yasak ilişkilere dönüşüveriyor.
Efendimiz (asm) bir keresinde, Sahabîlerine “Kadınlar için en hayırlı şey nedir?” diye sordu. Hz. Ali (ra) evine vardığında, aynı soruyu hanımı Fâtıma’ya (r.anhâ) sordu. Hz. Fâtıma (r.anhâ) buna hiç düşünmeden şöyle cevap verdi: “Kadınlar için en hayırlı şey, (zaruret dışında) onların erkekleri, erkeklerin de onları görmemeleridir.” (Bkz: Kenzü’I-Ummal, nr. 46011; Ebû Nuaym, Hilye, 2/50-51; Bezzâr, Mùsned, nr. 526)
Tabii ki zaruret halleri bundan müstesna kılınmıştır. Kadınla erkek arasına belli mesafe koyan dinimiz bunu ihtiyaç olmadıkça konuşmamak ve göz göze bakışı sürdürmemek olarak belirliyor. Zira perde gözlerde, sonra sözlerde başlamalıdır.
Her gözün bakışından kalbin, her sözün ardından muhabbetin doğabileceğinden dolayı Rabbimiz tehlikeyi daha ilk adımda önlemiştir. Bu sınırlar çiğnendiğinde, bu çizgiler aşıldığında ne gibi zararlar olabileceği ortadadır. Günümüzde bunun o kadar vahim örnekleri yaşanıyor ki, bir çok ocak sönüyor, aileler perişan oluyor.
Tüm bu makûs olaylardan ve acı örneklerden çıkan netice, Allah’ın emirlerine uymak, sınırlarını bilmek, bize zor gelse bile Kitap ve Sünnete tâbi olmaktır. Böylece iki dünyamız da mamûr olur inşaallah.
Bilelim ki iffet olmadan ahlâk olmaz, ahlâk olmadan din ayakta kalmaz. Her mü’min iffetini, namusunu (göz, kulak dâhil), ahlâkını korumakla görevlidir.
Bakalım ayet ne diyor: “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar” (Mü’minun: 5)
Kurtuluşa erenlerin, Cennete vâris olanların vasıfları arasında “iffeti korumak” hususu burada önemine binaen zikredilmektedir. Rabbim bize ve neslimize, iffetini korumayı ve ortamlarımızı temizlemeyi nasip etsin.