Sokulup geldi bir yerlerden aramıza yine sessizce.
İnceden inceye bir garip esintiyle başladı her şey.
Renk renk, koku koku varlığı hissedilir oldu bir müddet sonra.
Bedenimizi, ruhumuzu sarıp sarmaladı zamanla.
Sonra, ‘Ben geldim’ diye esip gürlemeye başladı.
Belli artık üşütücü varlığı ile bir dönem havasından geçilmeyecek.
Estirecek varlığını ve damarlarına dokunacak birilerinin.
Artık havada, suda, toprakta hep onun alâmetleri olacak.
Dağa, taşa sinecek varlığı ile, rengini verecek her şeye.
Baksanıza insanlar bile sarardı, soldu.
Zavallı ağaçlar ne çekti ondan. Dünün şenlik yeşilliği çoktan kayboldu dallarda. Sonra hayata tutunacak can kalmadı damarlarında. Ve gayri, bırakıverdiler kendilerini sonsuzluğa. Canından bir bir döküldü yapraklar.
Bir cümle çokça duyulmaya başlandı âlemde; ‘Her şey mevsiminde güzel’ diye. Dünkü saltanat sahiplerinin, bugünlerde varlığı yadırganır oldu. ‘Daha böyleler var mı hayatta.’ deyip burun kıvıranlar çoğaldı. Bu halette yaşamak ağır geldi can sahiplerine ve yapraklar düştü dalından.
Düştü mü düşürüldü mü tam da anlaşılmadı aslında. Ama netice şu ki, artık dalda yapraklar yok.
Şimdi mevsim, sonbahar.
Hayatın rengi sarı.
Hem öyle bir sarı ki, taa içine sonbahar resmi çiziyor insanın.
Bütün melodiler, bütün makamlar sarının tonları…
Ortası yok artık bu duygunun, ya ağlayacaksın hayretinden ya da gülecek.
Sonrası mı, artık yeşil diye bir şey yoktu âlemde, ama ilginç ki hayat, sarıya da kalmamıştı kısa zaman sonra. Mahkeme kadıya mülk değildi anlaşılan.
Benim asıl merak ettiğim, işin sırrını neden anlamadı sarı?