Hani Dördüncü Söz’de geçiyor ya, iki arkadaştan biri yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder. Bir tek altını kalır. Arkadaşı ona der: “Yahu, şu liranı bir bilete ver. Ta, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerimdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan ve yalnız gitmeye mecbur olursun.”
Bu hikâyecileri ve hakikat çekirdeklerini kalbine, aklına erken ekenlere ne mutlu. Ama yaş ilerlemişse ve çevrende de sana böyle tatlı hikâyecikler anlatan arkadaş yoksa, hatta bırakın hikâyeyi, dostça, biraz da işin ciddiyetini anlatır bir tarzda kolundan tutup, sarsarak ve ‘Ne yapıyorsun sen, aklını başına al, ömür tükendi, kendine gel, çocukluk etme; hatalarına, günahlarına tövbe et, gidiyor olduğun ebedî hayatı düşün.’ deyip, sarhoşluktan, gafletten, inattan, sefahatten kurtaracak samimî arkadaşlara ihtiyaç var.
Ama işte insan o yaşa kadar böyle bir arkadaş da edinmemişse, yani kendisi gibi serkeş, inancı kıt, heva ve hevesine kendini teslim etmiş arkadaşları varsa, haliyle ölümün keşif kolları olan beyaz saçlar, hastalıklar apaçık görülmeye başlansa da, o gafil arkadaşı ona, ‘Gel bir şeş beş oynayalım, haydi bakalım bir sek sek yapalım, bakalım bana ayak uydurabilecek misin, düşünme böyle ince meseleleri iyileşeceksin’ diyerek, ölümün arefesindeki arkadaşını uyutmaya, başını gaflet kumuna sokmaya, önündeki ebedî hayatı karartmaya devam edecektir.
Oysa bedbaht hizmetkâr, bahtiyar arkadaşının sözünü dinlese idi, belki de ömrünün son demlerinde efendisinin hoşuna gidecek bir şeyler alsa idi, kim bilir affa bile müstehak olabilirdi. Ama bunu yapmayıp, “…inat edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahate sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?’ “Yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hılaf-ı akıl hareket eder!” anlaşılmaz mı?
Adam yetmiş yaşına gelmiş, iki gün sonra vefat edecek (ve etti) yine o yaşlardaki arkadaşı, ‘gel seninle bir sek sek oynayalım’ teklifinde bulunarak, teselli etmeye çalışıyor. Ama ne yapsın kendisinde de öteki türlü bir teselli yoksa, verecek bir şeyi de olmayacaktır. Arkadaş deyip geçmeyin, o dünyanızı da ahiretinizi de kurtaracak bir dayanak olabilir. Seçimi erken yapın, yoksa öyle arkadaşı sonra zor bulursunuz.
İçinde bulunduğu zavallılığı fark etmeyecek kadar zavallı olmak, ne acı.