"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslâm ve demokrasi (1)

Şemseddin ÇAKIR
21 Ocak 2022, Cuma 00:01
Bu başlığa karşı ilk tepkinin, bazı Müslümanlardan “ne alâka”? diye geleceğini duyar gibiyim.

Çünkü cehaletimizin pazarına bir sürü defolu ürünler getiriliyor bazıları da; İslâm düşmanlarının taktik ve tahrikiyle onları alıyor. Bunlardan birisi de, demokrasi düşmanlığıdır. Madem öyle bu meseleyi biraz daha yakından inceleyelim.

İslâm: İlâhî ve Küllî irade olan bir dindir. 

Demokrasi: Beşerî, maşerî bir idare şeklidir. Yani biri İlâhî bir din, öbürü beşerî bir idare şekildir. Yani kıyası maal farıktır, ikisinin konumları da farklıdır. Eynessera minessüreyya. Diğer bir ifadeyle biri gayedir, öbürü vesile. Yani sonuç olarak biri Hak bir din, öteki de onun hak bir vesilesidir.

Bu tartışmanın asıl sebebi; İslâmda herşeye rağmen emredilmiş ve tabiri caizse dayatılmış bir idare şeklinin şart koşulmamasıdır. Çünkü İslâm bunu muktezai hale mutabık hareket edebilmek için olsa gerek, serbest bırakmış, yoksa mesuliyet o nispette artardı. Ancak; hem Kur’ân’da hem de Hz. Peygamberimiz’in (asm) uygulamalarında, yöneten ve yönetilenlerin sorumluluklarına dair cihanşümul prensipler vaz etmiştir. Zaten demokrasinin en belirleyici, vaz geçilmez unsurlarından biri de halkın yönetime katılması ve yöneticisini eşit şartlarda seçmesidir. Bunun İslâm’daki karşılığı da, “BEY’AT”dır. Şahıs hakimiyetlerinde “ALLAH” demenin bile yasak olduğunu ve bunun Türkler gibi kahramanlık timsali millette bile yakın tarihimizde, uygulandığını bilenlerdeniz. Yani kim ne derse desin demokrasi; bir hukuk devleti olarak adalet ve inancın güvencesidir.

İşin doğrusu; İslâmı bir din olarak kendi kulvarında, demokrasiyi de bir yönetim şekli olarak kendi kulvarında kavramları karıştırmadan muhafaza etmektir. Böylece İslâmla demokrasi arasında sıcak bir bağ bulunduğu akl-ı selim nezdinde aşikârdır. Hz. Peygamberimiz’in (asm) bir devlet başkanı olarak “Medine Sözleşmesiyle” Müslümanları merkezî bir otorite etrafında topladığı ve İslâm hukukunun kurallarını uyguladığı da bir vakıadır. Dinin buradaki katkısı biçimden çok muhtevada olmuştur. Meselâ: Ahlâkî çabalar gibi. Bu durum bugünkü demokrasilerle tam bir paralellik arz etmektedir. 

Zira Efendimiz de (asm), bir nevi ‘temsilciler meclisi’nin meşveret kararı ile devlet başkanı seçilmiştir. Çünkü o mecliste Medine halkını temsilen müşriklerin, Yahudi ve Müslümanların temsilcileri vardı.

Meclis’in İslâm’daki karşılığı,”Danışma kurulu” olarak tercüme edeceğimiz “ŞÛR” müessesesidir. Onların işleri “şûrâ” iledir. Âyet-i Kerîmesini “Meclisle”dir şeklinde anlama zaruretimiz vardır. Ve bunun farkını, bugün Batı ülkeleri ile fertlere mahkûm olan âlem-i İslâm arasındaki uçurumdan anlayabiliriz. 

Yani âyet-i kerîmenin emriyle idareciler istişareden muaf olamaz. Bunun en bariz misali de, Hz. Muhammed’dir (asm).

Bu arada bir önemli hususta, danışma meclisine alınacak kimselerdir, onlarda: Tecrübeli ve yaşlılar, şahsî gayreti olan şefkatli kişilerdir. Fakat, korkak, hırslı, kendini beğenmiş yalancı ve inatcılar olmamalıdır. Yani böylece kavram kompleksine kapılmadan İslâm dini ile ona vesile olan, demokrasi uzlaştırılmalıdır. Aklı selimin başka yolu yoktur. Demokrasi haşa Batıyı meşrûlaştırmak değil, onları da, ehlileştirerek gerçeği yeniden keşfetmektir. Müslüman farklı demokrasi uygulamalarından kendine en uygun olanı da, almalıdır. Böyle bir yol, eğer isabetli seçim yapılırsa, bütün dünya insanlarının kurtulabileceği en uygun yol olabilir kanaatindeyim. “HAK” olan din ve Hak olan vesilesi bir biriyle çatıştırılmamalıdır. Bundan sadece âlemi İslâm değil, insanlık zarar görür. İttifakta ise her iki Saadetin de, garantisi vardır.

Müslümanlar; şeriate aykırı olmamak şartıyla gerekli düzenleme ve tercihi yapmalarında serbest bırakılmış, onun da, İslâmın temel prensip ve Hz. Peygamberimiz’in (asm) uygulamalarına zıt olmaması asıldır.

Bu günkü konumuz ise küllî ve İlâhî iradeye en uygun veya yakın beşerî irade nedir? meselesidir. Aslında bu iki irade kıyası maal farıkdır. Meselâ: Güneşle mum ışığını kıyas nasıl mümkün değilse öyle bir şeydir. Ancak nisbî olmakla birlikte İlâhî iradeye daha yakın ve benzeyenleri tesbit ederek mecburiyet tahtında tercihimizi belirlemek bizim içinde izin vardır ve şu beşerî dünyada mecburiyet demektir. Zira bazı beşerî idareler olarak; mutlâkıyet, krallık, şahlık ve padişahlık gibi ferdi ve istibdadî idarelerin, İslâmın meşveret sistemine uyan tarafı yoktur. Fakat, demokratik idareler de, bu özellikler mevcutdur. Bir de laiklik gibi bir ideoloji daha vardır. 

Malûmu ilâmla uğraşıp boşuna yorulmaktansa bir zihniyet analizi yapıp, demokrasinin dışındaki bütün beşerî sistemlerin ferdi olduğunu, ferdin de birçok yumuşak karnı olup insanlar için çok riskler taşıdığını ve zulme müsait olduğunu, Nemrut ve Firavun gibi zalimler tükettiğini uzun uzun anlatmaya lüzum yoktur. Buna mukabil, çoklu akılla ancak bunların mühim bir kısmının aşılabileceğini, böylece tekli akıl mı? Çoklu akıl mı? sorusunun cevabı olarak, beşerî zaafların asgariye indirildiği çoklu akıl olan demokrasiyi tercih ettiğimizi ve en kötü demokratik idarelerin bile tekli akılların en iyisinden daha iyi olduğunu ifade ve ilân ederek şer’i idareye en yakın olanın İslâmî literatürdeki adının “meşrûtiyet” Batı literatüründeki adının da, “demokrasi” olduğunu söyleyerek yolumuza devam edelim. Zira Üstad Hz.leri de, “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” demiş. Bir de, “işlerde onlarla istişare et” (Ali İmran: 159) ve “onların aralarındaki işleri istişare iledir” (Şûrâ: 38) âyetlerinin meşrûtiyeti emrettiğini beyan etmiştir ve birinci âyetteki emir kipi gereği, meşveret ve şûrânın farziyetine dikkat çekilerek, iki âyetin ihtarını şöyle ifade etmiştir: “O vücudu nuraninin kuvvete bedel hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir” (Münâzarât: 52) diye, açık ve net belirtmiştir.

Demek ki, bir Müslüman meclisli bir müzakere ve müşavereye rağmen, “emir var yorum yok” diyen bir desbota tabi olamaz. Şayet olursa âlem-i İslâmın bugünkü durumuna düşer. Demokrası, aynı zamanda meşveret ve şuradır. Zira meşveret müzakere, şura da, meclis anlamına gelerek millet meclisinde meselelerin müzakere ile karara bağlanıp, milletin yol haritasının belirlenmesi anlamına gelir.

Laiklik ise: Batılı bir düşünürün ifadesine göre: hiçbirine uymayan, bir anlayış olan nötürlüktür. Bilimde relativizm, felsefede sofistlik, Etik (ahlâkı) anlayışı olmayan, ahlâkı; görecilik, mutlak ahlâkî değerlerinin varlığını ve olabileceğini yatsıyan, toplumdan topluma değişen meçhul bir hayal ürünü kabul eden bir zihniyet olup, varlık ve varoluşun bizatihi kendisiyle çelişen bir durumdur. 

DEVAM EDECEK

Okunma Sayısı: 2181
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ayhan Aydın

    21.1.2022 12:44:18

    Tebrikler, Allah kaleminize kuvvet versin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı