Geçen cuma günkü yazımızda Ehl-i Beyt’e muhabbetin Kur’ân’ın âmir hükmü olduğunu hatırlatmıştık.
Bu yazımızda da, bir anlamda onun devamı olan; Peygamberimiz (asm)’ın manevi varislerinin de aynı ayetlerin ve hadislerin şümûlüne dahil olduklarını ve muhabbetimizin ve meveddetimizin onlarda da devam etmesi gerektiğini izaha çalışacağız.
Çünkü şu zahir gerçek hasseten bilinmeli ki; “Ehl-i Beyt” sadece Asr-ı Saadet’e münhasır bir mesele değil, kıyamete kadar devam edecek bir hadisedir. Zira her asırda o nesebin temsilcileri olduğu gibi vereseleri de vardır. Demek bizim bilhassa sünnet ve istikamet için onlara muhabbetimizi ve meveddetimizi devam ettirmemiz gerekir. Zaten Rasulullah Efendimiz de: “Size iki şey bırakıyorum; onlar da Allah’ın kitabı Kur’ân ve ehl-i beytim” buyurmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri, “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam, Hazret-i Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehemmiyet-i azîme, yalnız cibillî şefkat ve hiss-i karâbetten gelen bir muhabbet değil, belki vazife-i nübüvvetin bir hayt-ı nuranîsinin bir ucu ve veraset-i Nebeviyenin gayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir. Evet Resul-i Ekrem (asm) Hz. Hasan’ı (ra) kemal-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle Hazret-i Hasan’dan (ra) teselsül eden nuranî nesl-i mübareğinden, Gavs-ı A’zam olan Şah-ı Geylânî gibi çok mehdi-misal verese-i Nübüvvet ve hamele-i Şeriat-ı Ahmediye (asm) olan zatların hesabına Hz. Hasan’ın (ra) başını öpmüş” der. (Lem’alar, s. 36)
Her asırda gönderilecek olan müceddidler ve Mehdi de, bu işarete ve öneme haizdir. O halde herkesin, “asır müceddidlerinin” şecerelerine dikkat etmesi gerekir. Belki de, bugünün problemlerinin çözümü de budur.
Hz. Peygamberimiz (asm): “Benden sonra her asırda bana vekâleten bir müceddid gönderilecek onlara uyarsanız kurtulursunuz, yoksa dalalete düşersiniz” (Ebu Dâvud, Melahim, 1) buyurmakla bu gerçeğe dikkat çekerek bizi uyarmış oluyor. Her asrın müceddidine tebaiyetin bu zaviyeden de değerlendirilmesi gerekir.
Demek, Mehdi hem nesebî hem de manevi rehberdir. Böylece “El-ulemâi veresetü’l’enbiya” (Ebu Dâvud, Kitabü’l-İlim, 1) hadisinde de, hangi alimlerin varis olduğu daha berrak hale gelmiş olacaktır.
Mehdi hem maddi hem de manevi vâristir. Ve ona muhabbetin, meveddetin ve ittibânın çok mühim olduğunun düşünülmesi gerekir. Bu vesileyle bu ayetin mealini bir daha hatırlayalım: “De ki: Sizden tebliğ görevime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim ancak ehl-i beytime ve manevi vârislerime muhabbet ve meveddettir.” (Şûra, 23)
Bu meseleye sırat-ı müstakim ashabı olarak ayet-i kerimede belirtilen “salihîn” (Nisa Suresi, 69) ifadesinin de işaret ettiği kanaatindeyim. Evet asır müceddidlerinin ve Mehdi’nin o “salihîn”lerden olmasında da tereddüt olmaz.
Rabbim bizi sırat-ı müstakime dahil olup ayrılmayan, rıza-i şerifine nail olup o yolda daim olan bahtiyarlardan eylesin. Amin.