"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tefsir ve Efendimiz (asm)

Şemseddin ÇAKIR
24 Aralık 2021, Cuma
Bilhassa şu hususun bilinmesini hassasiyetle arz edeyim ki, Fahr-i Cihan Efendimiz (asm) gibi bir küllî Kur’ân müfessirini, bütün liyakatsizliğimle ve cehaletimle anlatma cür’etinde değilim.

Bilâkis Cenab-ı Hakk’ın yardımını ve Efendimiz’in (asm) şefaatini niyaz ederek, anlama cesaretiyle bu konuya giriyorum. “Bir umur-u hayriye tamamen elde edilmezse tamamen terk de edilmez” kaidesine uyarak, -hâşâ- değerlendirme değil, bazı nakillerle anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.

Çünkü İslâm düşmanları nübüvvet güneşine bazı bulutları perde etmeye çalışıyorlar. Bu bulutları izale etmek için Üstad’ın: “Evet o bürhanın şahs-ı manevisine bak: Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber; o bürhan-ı bahir olan Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatib, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzakiri. (…) bir şecere-i nuraniyedir ki, her bir dâvâsını mu’cizatlarına istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira O: ‘Lâ ilâhe illallah.’ der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nuranî zakirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icma ile manen: ‘Sadakte ve bilhakkı natakte.’ derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyit edilen bir müddeaya parmak karıştırsın?” (Sözler, 19. Söz, s. 370-371) şeklindeki bu sözünü hatırlamalı ve hatırlatmalıyız..

Zira Efendimize (asm) bu görevi tevdi eden Rabbimizdir. Şöyle ki: “Allah ve Resulü (asm) bir konuda hüküm verdi mi, artık hiçbir mü’min erkek ve kadın için o konuda muhayyerlik yoktur. Kim Allah (cc) ve Resulüne (asm) karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36) buyurulmaktadır. Demek, Kur’ân-ı Kerîm’in inzalinden sonra Efendimiz’e (asm) terettüb eden görev, onu insanlara tebşir ve inzar etmektir. Yani insanları Cennetle ‘tebşir’ ve Cehennemden ‘inzar’ meselesi onun hayatının en önemli hadisesi haline gelmiştir.

Kur’ân’la ilgili ikinci görevi de, onu insanlara en doğru şekilde beyan için, ayrıca sözlü açıklamalarla tefsir etmek olmuştur. Nitekim âyette: “İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur’ân’ı indirdik.” (Nahl, 44) buyurulmaktadır. 

Bu açık emre binaen Hz. Peygamberimiz (asm) bütün hayatı boyunca Kur’ân’ı bizzat yaşayarak, hem de bazen sözlü açıklamalarda bulunarak tefsir etmiştir. Bu da, başta iman olmak üzere amelî, ahlâkî, içtimaî ve hukukî meselelerin tamamını ifade eder ve böylece onun 23 yıllık peygamberlik hayatı; hem kavlî, hem fiilî, hem takrirî ve hem de halî bir tefsir şaheseri mahiyeti arz etmiştir. Adeta kendisi canlı bir Kur’ân olmuştur. Bu durum âyet-i kerîmede, mü’minler için onda bir örnek (numune-i imtisal) bulunduğu; yani onun bütün mü’minler için somut ve güzel bir örnek (üsve-i hasene) olduğu beyanıyla dile getirilmektedir. (Ahzab, 21) Hatta o kadar ki, Efendimiz’in (asm) ahlâkını kendisine soranlara Hz. Aişe’nin (ra),“Siz Kur’ân okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’ân idi.” (Müslim, Salatü’l-Müsafirin, 139) cevabını vermesi de, bizim için onun canlı bir Kur’ân müfessiri olduğunun delilidir.

Biz bu yazımızda Hz. Peygamber’in (asm) fiilî sünnetlerinden ve tefsirlerinden ziyade, Kur’ân âyetleriyle ilgili sözlü sünnetleri ve tefsirleri üzerinde duracağız.

Bir gün Hz. Peygamberimize (asm): “Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere (Cennete) sokarız.” (Nisa, 31) gibi âyet-i kerîmelerde belirtilen ‘büyük günahlar’ın neler olduğu sorulmuştur. O da cevaben: “Büyük günahlar; 1. Allah’a şirk koşmak, 2. Adam öldürmek, 3. Ana babaya asi olmak, 4. Yalan söylemek ve 5. Yalancı şahitlikte bulunmaktır.” buyurmuşlardır. (Müslim, İman. 144) Nitekim Efendimiz (asm) yalana özel olarak dikkat çekerek bunun ne büyük bir günah olduğunu ifade için “Necis putlardan ve yalan söylemekten sakının.” (Hac, 30) âyetini okumuş ve devam ederek “(Bu âyette) yalan söylemek Allah’a şirk koşmakla denk tutulmuştur.” (Tirmizî, Şehadet, 3) buyurmuştur.

Hz. Peygamberimiz’in (asm) diğer bir tefsir örneği de: “Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta konulur. Tevbe ederse, bu nokta kaldırılır ve kalbi cilâlanır. Kul tekrar günaha dönerse kalbine tekrar bir nokta konulur. Nitekim yüce Allah’ın: ‘İşlemiş oldukları günahlar kalplerini paslandırmıştır.’ (Mutaffifin, 14) âyetindeki bahsedilen pas budur.” (Tirmizî, Tefsir, 75(3334) şeklindeki beyanıdır.

Bu meseleyle ilgili hadislerde geçen bir mesele de şudur: Safvan b. Assal (ra) anlatıyor: “İki Yahudi konuşuyorlardı, biri arkadaşına ‘Gel seninle şu Peygamber’e (asm) gidelim ve bir şeyler soralım.’ dedi. Arkadaşı ona: ‘Peygamber deme!’ diye müdahale edip ekledi: Şayet o, kendisinden ‘peygamber’ diye bahsettiğini duyacak olursa, sevincinden gözleri parlar. Bu Yahudiler beraberce gidip imtihan niyetiyle Rasulullah’a (asm): ‘Biz Hz. Musa’ya dokuz âyet verdik.’ (İsra, 101) âyetinde bahsedilen ‘dokuz açık âyet’in ne olduğunu sordular. Bunun üzerine Rasulullah (asm) onlara bu dokuz âyeti şu şekilde saymıştır: ‘1. Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmayın. 2. Hırsızlık yapmayın. 3. Zinadan kaçının. 4. Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. 5. Masum kişiyi öldürtmek için sultana gammazlamayın. 6. Sihir yapmayın. 7. Faiz yemeyin. 8. Günahsız kadına zina iftirası atmayın (veya savaş sırasında cepheyi bırakıp kaçmayın). 9. Ey Yahudiler, bilhassa sizin için söylüyorum, Cumartesi günü yasağını ihlâl etmeyin.’” Devamında bu hadisin ravisi Safvan der ki: “Bu cevap üzerine Yahudiler Rasulullah’ın (asm) ellerini (elini) ve ayaklarını öptüler ve: ‘Şehadet ederiz ki, sen peygambersin.’ dediler.” Yine Safvan diyor ki: “Rasulullah (asm) onlara: ‘Öyleyse niye bana uymuyorsunuz?’ diye sordu. Onlar: ‘Davut (as), neslinden peygamber kesilmesin diye duâ etti. Biz, sana uyduğumuz takdirde Yahudilerin bizi öldürmelerinden korkuyoruz.’ cevabını verdiler.” (Tirmizî, İsti’zan, 33)

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in (asm) sıraladığı bu prensipler, Hz. Musa’ya verilen ‘on emir’le genel itibariyle örtüşmektedir. (Karş: Mısır’dan çıkış, 20: 1-17; Yasanın Tekrarı 5: 6-21). Bundan hareketle Hz. Peygamber’in (asm), bekledikleri ‘Ahir zaman peygamberi’ olduğunu anlayan Yahudiler, sırf kavimlerinden korktukları için ona iman edememişlerdir.

Hz. Peygamber (asm), Kur’ân’da yer alan: “Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır ve onları yalnızca O bilir. ...” (En’am, 59) âyetindeki ‘gaybın anahtarları’ ifadesinin anlamını bir başka âyetle açıklamıştır. Hz. Peygamber (asm): “Gaybın anahtarları beş tanedir. Bunları Allah’tan başka hiç kimse bilmez.” buyurmuş ve insanların bilemeyeceği beş şeyi peş peşe sıralayarak: “Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek Allah’a mahsustur. Yağmuru o yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını/başına ne geleceğini bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.” (Lokman, 34) âyetini okumuştur. (Buhari, Tefsir, Lukman 2) Görüldüğü gibi burada da, Hz. Peygamberimiz (asm) bir âyeti diğer bir âyetle tefsir etmiştir.

Buna benzer misaller çoğaltılabilir. Netice olarak, Hz. Peygamberimiz (asm): “Allah kimi doğru yola ulaştırmak isterse, onun kalbini İslâm’a açar…” (En’am, 125) âyetiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Nur (iman nuru) kalbe girdiği zaman, kalp genişler ve açılır.” Bunun üzerine sahabeden bazıları sordu ki: “Ya Resulallah (asm), bunun bir âlâmeti var mıdır?” Hz. Peygamber de (asm) cevaben: “Evet bunun âlâmeti ebediyet yurduna, ahirete yönelme; aldanma yurdundan, dünya meşgalelerinden uzaklaşmak ve ölüm gelmeden önce ölüme hazırlanmaktır.” (Taberi, ilgili âyetin tefsiri) buyurmuştur.

Sonuç olarak Hz. Peygamber (asm) gerek Kur’ân’ı bizzat yaşayarak gerekse yukarıda örnekleri görüldüğü gibi, onun bazı yerlerini sözlü olarak açıklayarak tefsir etmiş ve kudsî dâvâya hizmet etmelerini ümmetine emretmiştir.

İşte meseleye bu nokta-i nazardan bakınca Hz. Muhammed’in (asm), Kur’ân-ı Âzimüşşan’ın ilk ve en yetkili, değişmez müfessiri olduğu anlaşılır. Haliyle biz de referansı bu derece kuvvetli olan bir Kur’ân müfessiri var iken, kafamıza taş mı düşmüş ki, ondan ve onun referans olduğundan başka melce’ ve mence’ arayalım? Önce ‘doğru teşhis, tedavinin yarısı olduğuna’ göre, şimdi yolumuza devam edebiliriz.

Evet; İlâhî buyrukların hayata tatbiki meselesinde Kur’ân-ı Kerîm’i ruh kabul edersek, hadisler adeta cesed olur. Bunları nazara alırsa insan da insan olur. Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattir.” (Muhakemat, s. 34)

Okunma Sayısı: 2439
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Said Yüksekdağ

    24.12.2021 15:13:57

    Kaleminize kuvvet ağabeyim..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı