Sonbahardan kışa geçerken, iklimin soğuyarak kararmasına karşı bu küçük kıt’anın, yeni yıla iki ay kalmasıyla sessizce ışımaya başlamasını her sene yaşayanlar; bu değişimin mevsimlerle, tarihle, inançlarla, medeniyet ve insan psikolojisiyle olan alâkasını bütün cihetleriyle anlayabildiler mi, dersiniz?
Avrupa nurlanmasını bütün yönleriyle ihatasının mümkün olmadığını biliyorum. Belki de yer küremizi küçültüp kucağımıza oturtarak; şu kısacık günlere hükmeden, karanlıklı ve soğuk gecelerin ışık bayramının; bu mevsimde Melbourn’da, Johannesburg’ta, Rio’da, Bon Aıres’te ve Havana’da olmadığını müşahede ettiğimizde; serapa aydınlatılmış Kuzeyli şehirlerin nurunu yalnızca Mesih’in doğumuna bağlayamayız. Bir zamanlar Noel öncesini Addelaid, Sydney ve Melbourn gibi İsevi şehirlerde yaşamıştım. O şehirlerin ışıkları hayal ve hafızamda hiçbir iz bırakmamışlar. Ne sokaklardaki ışık gösterileri ve ne de camlardaki bin bir süslemeler… Yaz geceleri, güneşin nuruyla ışıl ışıl ve sıcacık olduklarından, elektriğin nuruna ihtiyaç duymamışlardı, Güney Yarım Küreli’ler…
İnanç, iklim, tarih, mevsim, gelenek ve teknolojinin Kuzey’de bir araya geldikleri şu günlerde, Avrupa şehirlerinin cazibesini uçaktan da izlemek mümkündür. Köln mü daha ışıltılı yoksa Stockholm mu? sorusunun cevabını, dindar Roma’nın Katedrali ile alamıyoruz. Belki de liberal ve hürriyetperver İskandinavya şehirlerinin maddeten ve manen nura olan şiddetli ihtiyaçları daha çok öne çıkıyor. Mevsimin şu ikliminde Celal ile üşüyen şehirlerinin yardımına Rablerinin Cemal ile mukabelesi ne hoş, ne güzel. Hem ısıtıyor, hem aydınlatıyor ve hem de yalnızlığın korku ve vahşetinden kurtarıyor, şehirlerin çocuklarını…
Avrupa Nurlanmasında dinî takvim ile iklim takviminin tenasüp içinde Aralık’ın en uzun ve karanlık gecelerine doğru nurlarını arttırarak yürümeleri de her kesin dikkatini çekmeyebilir.
Mesih’in velâdet tarihini, Kuzey’in en uzun gecesine tekabül ettiren Hıristiyan Avrupa’nın nurlanmadaki hedefi, elbette ki onun doğumudur. Semavî dinler karşıtı feylesof ve politikacıların iddia ettikleri gibi aydınlatmaların, hakikatte “yeni yıl kutlamalarıyla” hiçbir alâkası yoktur. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerimizde; ahmakçasına ve komplekslerle dolu düşüncelerle sağı-solu ışıtmaya kalkışanların, yalnızca Batı’ya maskara olduklarını sevinmeyerek belirtelim.
Kader Peygamberleri Güneşin ülkesinde göndermiş. İster Orient, ister Şark, isterseniz Morgenland diyelim, hakikat değişmiyor ki… Fakat Batı’nın; Oksident, Garp veya Abendland diye isimlendirdiği, karanlıklı uzun gecelerin galebe çaldığı şu coğrafyayı, Allah’ın Kur’ân’da haber verdiği elektrik lambalarıyla donatılmalarından daha makul ne olabilir ki.
Şu “Nurlanma“ yazımızı farklı bir anekdot ile bitirelim. Avrupa bu nurlanmalarda, beş yüz sene önce kaçırdığı fırsatı bu kez mutlaka yakalamalı, diyoruz.
Kur’ân’ın Endülüs ve Palermo üzerinden karanlıklarla kuşatılmış kıt’ayı aydınlatmaya başladığı o büyük saadeti değerlendiremediğini, Avrupalı hakperest müdakkik yazarlar eserlerinde belirtiyorlar. Suçu, sekizinci yüzyılda İspanya ve Sicilya’ya ganimet sevdasıyla gelmiş Vikinglere vermek, kolaycılık olur. Kaldı ki, İskandinavya’nın günümüz Avrupası içinde Kur’ân yakın duruşu Vikingleri mahkûm etmemize müsaade etmiyor. İbni Tufeyl’in talebesi Daniel Defoe’den tutun, hürriyetçi ve fıtratın savunucusu J. Jak Rousoo’ya kadar İslâm Aydınlanmasını Avrupa’ya taşımaya erkenden başlayanlar olmuşsa da, kaderin hükmü zamanımıza kalmış.
Avrupa Aydınlanmasında günümüzün şartları, bu güzel kıt’anın lehinde görünüyor. Hürriyet ve demokrasiyi temel felsefe edinmiş şu kıtada, duyduğunuz gibi Semavî dinler, saldırgan dinsizliğin zulmetini insanlıktan temizlemeye başladılar. Barışın savaşa galip gelmeye başladığı şu mevsimde, Avrupa’nın Kur’ân Güneşiyle de nurlanacağından kim şüphe edebilir ki. Zira fıtratı aramaya koyulan Avrupa’daki insaniyet, ister istemez fıtrî olan Kur’ân prensiplerini benimseyerek kucaklayacaktır…