Gençliğimizin problemleri, meselelerinin tanımlanması ve çözümü hususunda; Türkiye medyasında en fazla gayret gösteren cemaatlerin başında Risale-i Nur Talebelerinin geldiğini görmek isteyenler Yeni Asya Gazetesi’nin arşivlerine girebilir ve elli üç senelik neşriyatını ve yayınladığı kitapları inceleyebilirler.
Bu yayınların hemen hepsi de; Bediüzzaman’ın Kur’ân’dan ve hadisten çıkardığı derslere dayanıyorlar. Ve onun gençlik için, kendi Kur’ân tefsirinden derlediği “Gençlik Rehberi” eserinin neşrinden dolayı pir-i fani haliyle ta İstanbul’a mahkemeye nasıl celbedildiğini de öğrenirler… Gençlik meselesinin, Peygamberimizin (asm) Medine pratiğinden hareketle her asırda Müslümanların ilk meselesi olduğunu da hatırlatabiliriz. Peygamberimizin (asm) Suffe Medresesi’nden, Ebu Derda’nın Şam-ı Şerif’e taşıdığı büyük külliyeye kadar, Müslümanların eğitim anlayışında gençlik hep ilk sırayı almıştı…
Tarihte Müslümanlar kadar “gençliğe önem veren” bir başka hareketin de; materyalizmin, sanayi devriminden sonraki örgütlenmesi yıllarına uzanan ve daha sonra Marksizm kimliği ile ortaya çıkan hareket olduğunu biliyoruz. Zamanımızın “fikir meydanına” dökülenleri dikkatlice süzdüğünüzde yine farklı iki görüşle, renkle ve yaklaşımla karşılaşacağımızı biliyorsunuz. Detaydaki metot değişiklerini burada nazara almıyoruz. Münafıklıklarından dolayı Marksist kimliklerini ve semavî din düşmanlıklarını gizleyen “saldırgan” Türk Solunun; bilimsel verileri nazara almadan, genelde Müslümanlara ve özelde dinî cemaatlere yaptığı suçlamanın özünde neyi sakladığını da hatırlayalım. Onların cemaatlere yönelttikleri istibdat, baskı, çağ dışı eğitim, gizlilik, TC’yi ele geçirmek için kadrolaşmak, hayatı yok eden hürriyetsizlik, gizli örgütlenme gibi suçlamalar içindeki bazı unsurlara aşinasınızdır. Zira en az yetmiş senedir duyduğumuz şeyler… Ve bunlarla Müslümanlara “suçluluk psikolojisi” yaşatabileceklerini zannediyorlar.
İnsan mert olmalıdır. Zira yaratılışında bu vardır. Yalan, gizlilik, entrika ve münafıklık şeytanın özelliklerindendir. Dinî cemaatlerdeki “dinî eğitimin doğrularını-yanlışlarını” tartışabilmemiz için, önce Türkiye’nin hayatî ihtiyacı olan hürriyeti ve demokrasiyi konuşmamız gerekmez mi? Türkiye solunun şikâyet ettiği hususların birer sebep ve başlangıç olduğu telâkkisi temelden yanlıştır. Dinî cemaatler, tek partili Kemalizm’in ve daha sonra Kemalistlerle masonların dışarıdan aldıkları destekle sebep oldukları ihtilâllerle yıllardır; ecdatlarının uğruna şehit olduğu mukaddes değerlerin çiğnendiği öz vatanlarında, baskılarla ve zulümlerle bu hale getirilmişlerdir. Yani solun dinî cemaatleri suçladığı hususlar, birer netice olabilir. Dinin hayata aksini yasaklayanların, dindarlara zulüm derecesinde baskı uygulayanların, Bolşevizm ile aynı cinsten yapılmış Kemalizm gömleğini çocuklarımıza zorla giydirenlerin, ecdadımızı ve geleneğimizi itibarsızlaştıranların “Türk gençliğinin eğitimi” meselesinde konuşabilmeleri, yalnızca cehaletimizden kaynaklanıyor. Bin senelik tarihimizi, değerlerimizi, insaniyetimizi, ecdadımızı ve dinimizi nasıl tezyif ettiklerini yeni kuşaklara, yine Kemalistlerin baskılarıyla anlatamadığımızdan konuşabiliyorlar.
Enes Kara intiharı meselesinde öyle veya böyle dinî cemaatleri tenkit edenlerin hepsinin ortak noktası, “demokrasi ve temel hürriyetler” düşmanlığı değil mi? “Hayır, biz başka bir açıdan olaya bakmak istiyoruz” diyenlerin öncelikleri de hürriyet ve demokrasi olmalıydı. Demokrasinin olmadığı yerde adalet de olmaz. Hürriyetin beşiği sayılan Paris’te hukuk alanında çifte doktora yapmış merhum Ali Fuat Başgil’in “Din ve Laiklik” eserini okuyanlar, Kemalistlerin bolşeviklere özenerek ülkemizde yirmi sekiz sene boyunca “din eğitimini” nasıl yasakladıklarını öğreneceklerdir. İnsan olarak en temel hakkımız olan evlâdımızın iyi eğitiminden bizi mahrum eden zihniyetin taraftarları, kalkmışlar dinî cemaatlerin “çocuk eğitimini” tenkit ediyorlar. Ve ilginç olan yanı ise, bunu hürriyet ve demokrasi adına yaptıklarını söylemeleri… İsterseniz sakin bir kafa ile önce anayasamızı okuyalım ve daha sonra da bu metinlerin icbarıyla Millî Eğitim Bakanlığı’mızın ihdas ettiği maddeleri, yönetmelikleri ve tatbikatı gözden geçirelim. Fecaat… ABD’de ve AB’deki demokrasinin, hukukun ve insanî kriterlerin eteğine ulaşamayacak haldeki “12 Eylül zihniyetinin neticelerini” göreceğiz. Bin seneden bu yana Kur’ân’a ve İslâm’a bayraktarlık yapmış bir milletin evlâdı olarak nasıl kelepçelendiğimizi, kanun ile konulan kayıtlarla yürüyemez hale geldiğimizi aklı ve gözü olan herkes görebilir.
Dinî cemaatlerin tek adama bağlı yanlış idarelerini, eğitimdeki yanlışlarını, medeniyetin iyiliklerinden yararlanamamalarını, devlet ile irtibatlarındaki çarpıklıklarını ve bütün milleti kucaklayamamalarındaki arızalarını, ancak hürriyet ve demokrasi ortamlarında konuşabiliriz. Müslümanların cehaletle içine düşürüldükleri istibdat çukurunun da farkındayız. Kaç defadır; dinî cemaatlerimiz rey verdikleri şu hükümetin zamanında insafsızca hırpalanıyorlar, biliyorsunuz. Rey mukabili bazı dinî cemaatlere yardım eden ve siyasetinde ağırlıklı olarak “dini kullanan” AKP hükümetinin, dinî cemaatlere karşı olduğunu bilmiyor muyuz? Dinî cemaatlere kimliklerinden soyutlanmalarını salık veren AKP hükümeti ile başka bir üslûpla onların yurtlarını ve eğitimlerini tenkit edenlerin aynı yerden beslendiklerini bilemeyenlere “Allah basiret versin” diyoruz. Dinî cemaatler karşıtı bu iki zıt kutbun (siyasal İslâm ve Atatürkçülük) buluştukları ortak paydayı da söyleyelim: Demokrasi düşmanlığı… Türkiye’mizde demokrasi olsaydı; ne din, ne milliyet ve ne de ırkçılık siyasî malzeme olarak pazara düşmezdi. Atatürkçülüğe olan samimî tutkuları da AB düşmanlıklarındaki ittifaktan geliyor. Bir başka ortak düşünceleri ise “tek adama” bağlılık. Yalnız bir fark ile… Birisi ölmüş, diğeri ise yaşıyor. Enes Kara olayını en fazla reye dönüştürecek partinin de AKP olduğunu bir yere not edebilirsiniz. Neden mi? Tek adama alıştırılmış bazı dini cemaatler millete güvenemiyor ve demokrasiye de inanmıyorlar. Üflenen korku ile akşamlayıp sabahlıyorlar. “Ya AKP giderse…”