Herhangi bir şahıs veya tüzel kişiden bahsetmiyoruz.
Küresel bir cereyandan, tahripkâr ahir zaman hareketinden ve onun cemaatleşmiş şahs-ı manevisindendir, bahsimiz. Zira onların günümüzde işlediği zulümlere diktatörlerin veya belli devletlerin güçleri yetmez. Söz konusu şahs-ı manevinin nasıl oluştuğunu, organizeli hale geldiğini ve cemaatleşerek sistematik bir şekilde kuşaktan kuşağa geçtiğini tarihe sorarsanız, en tatminkâr ve doğru cevapları bulabilirsiniz.
Size burada konuyla ilgili tarihî bilgi ve belgeler veremeyeceğimiz gibi, detaylı analizlere de giremeyeceğiz. Yalnızca; dünyanın ahir zamana yönelik mağlûbiyetleriyle birlikte kurtuluşuna da vesile olacak gizli galibiyetleri bağrında taşıyan Birinci Cihan Harbi’nin sonundaki manzarayı, Said Nursî tek cümle ile özetliyor. Rüya-yı sadıkadaki hitabesinde, devletler ve milletler muharebesi tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor, diyor Bediüzzaman…
Devletlerin ve milletlerin güçleri ve imkânları sınırlıdır. Peki, tahribat ve menfaat ortak paydasında global organizeye gitmiş sınıfların gücü… Hem ABD’de, hem Avrupa’da ve hatta Çin’de bütün sınıf ve düzeylerde organize olmuş tahripkâr bir cemaat… Entrikalarla ele geçirdiği sermayeye dayanarak dünya ticaretini, siyasetini ve teknolojisini yıkım ve kaosta kullanan bu sınıfın tahrip gücünün ne kadar geniş olduğunu 11 Eylül ihtilâlinde gördük, İslâm coğrafyasında yaşadık, Arap baharıyla birlikte zulüm ve hunharlığın korkunç boyutlarını hâlâ seyrediyoruz.
Bu müthiş Neocon ve Neoliberal ittifakın, tahripte kullanmak üzere El-Kaide, Bokoharam, Eş-Şebab, IŞİD ve türevlerini kurup organize ettikleri, artık dünya kamuoylarınca tescillendi. Söz konusu terör organizelerinin Asya ile, Müslümanlarla veya demokrasiyle hiçbir ilgileri olmadığı ayan beyan ortaya çıktı. Bir devletin bu kadar geniş cinayetleri ve zulümleri deşifre edilseydi, belki de o devlet dünya haritasından silinirdi… Peki hiç kimse şu Neocon teorisyenlere; siyaset, bürokrasi ve ticaretteki pratisyenlerine bir şey yapabiliyor mu?
Ahir zaman tahripkârlığının bayrağını bir kuşak önce; Kissenger’ler, Brezenski, Popper, Hunhington, Bernhard Leviy, McCain veya Wolfowits gibileri taşıyorlardı. İzlediğiniz üzere onların hepsi sahneden çekilmişler ve yerlerini daha donanımlı genç pratisyenler ve teorisyenler aldı. Sistem kendisini yenileyerek ve tekâmül ettirerek ilerliyor. Zira orada şahıslar, tüzel kişilikler ve belli devletler yok… Tahripkâr küresel cereyanların yalnızca şahs-ı manevileri var. Kendilerine karşı koyacak bir şahs-ı manevinin çıkmaması için İslâm âlemindeki halkları; bazen diktatörlerle ve çoğu zaman da kılcal damarlarımıza kadar nüfuz eden STK’larla fitneyi, ayrışmayı, çatışmayı, cehaleti, tembellik ve fukaralığı zerk ediyorlar. Rüşvetin önemli rol oynadığı bu icraatlarını çok da gizlemiyorlar. Zira kendilerini günümüzde kuvvetli hissediyorlar.
İşte bu küresel cereyanları cehalet ve inatlarından tanımamakta direnen dindarlara ve vatanseverlere bu cereyanın ve karşı hareketin mahiyetlerini tatlı söz ile anlatmaktan başka çaremiz yok. Bu temel denklem anlaşılamadığından dolayı ne Arap baharını, ne Suriye-Irak savaşlarını, ne Taliban Hareketi’ni, ne Uygur ve Myanmar hadiselerini bir türlü doğru okuyamıyoruz. Küresel zalimlere karşı Peygamberimizin (asm) haber verdiği şahs-ı maneviyi kuramıyor ve yönelemiyoruz. Mazlûmların ellerinden tutabilecek ve kül haneye döndürülmüş coğrafyaları imar edecek imkânları da elimizin tersiyle çeviriyoruz. İnsanlık için adalet, demokrasi, ekmek ve hürriyet peşinde koşanlarla iş birliğine giremiyoruz. Çoğu kez de kırılmış kol ve ayaklarımızla hunhar düşmanlarla tek başımıza kalakalıyoruz.
I. DÜNYA SAVAŞI BİR MİLÂTTIR…
Bu tahripkâr, müfsit ve entrikacı küresel cereyanların doğum yerlerini ve tarihlerini elbette merak ediyorsunuzdur. Osmanlı ve Rus demokrasilerine bu tarihte yapılmış suikastları inceleyenler doğru bilgilere ulaşabilirler. Önce Osmanlı hürriyetçileri ve sonra da Çar bahane edilerek Rus demokratları tamamen devre dışı bırakılmışlar veya imha edilmişler. Osmanlıyı sahneden silmeye 1909’da başlayan bu cereyanların babaları, 1917’de çocuklarıyla birlikte St Petersburg’u ele geçireceklerdi. Biz yalnızca cemaatleşerek global düzeydeki devlet ve millet güçlerini emrine alan, yani cemaatleşerek global düzeydeki ilk organizelerini konuşuyoruz. Embriyo ve oluşum safhasını sorarsanız, 19. Yüzyılın başlarına kadar gitmeniz gerekecek.
İsimlere sakın takılıp kalmayalım. Bizim kişilerle meselemiz yok. Zira onların hiçbirisi “ölümün kahredici pençesinden!” yakalarını kurtaramayarak mahkeme-i kübraya gittiler. Bu konuda esas olan, temel düşünceler ve bu düşüncelerin hayata akışını sağlayan metotlardır. Gerisi teferruat olsa gerek.
Meselâ bizim tarihimiz, Osmanlı demokrasisinden hiç bahsetmez. Mustafa Kemal’in de açılışında bulunduğu ve daha sonra reisi seçilerek istibdada yönelttiği Ankara Millet Meclisi’nin, İstanbul Meclis-i Mebusan’ın devamı olduğunu çocuklarımızdan mütemadiyen gizlerler. Osmanlı demokrasi ve bürokrasisinin hemencecik savaş sonrasından İstanbul’dan adeta sürgün edildikleri ve meydanın Kemalizme nasıl hazır hale getirildiği de yazılmaz.
Şu satırlarla yazımızın başlığı arasındaki alâkayı kurmakta, bu gün için zorlanabilirsiniz. II. Dünya Savaşı öncesindeki tek kanallı medyanın yaptığı gibi, her gün bizi ilgilendirmeyen bir konuyu ekran ve manşetlerde ders verenlerin mahiyetlerini, bizi Ramazan-ı Şerif’in manevî ikliminden koparma çabalarını ve elyevm İslâm Âleminde olup bitenin asıl resimlerini doğru görebilmemiz için bu girizgâha mutlaka ihtiyacımız vardı. İnşaallah bir dahaki yazımızda haritayı birlikte inceleyeceğiz.