Her şeyde âdaba dikkat eden ecdad, mimarî eserlerde de bir adap ve edep takip etmiştir. Hatta nasıl edebe uymayan davranış ve tavırlar sert bir şekilde kınanırsa, adaba uymayan mimarî eserlerde aynı şekilde kınanmış ve cezalandırılmıştır.
Özellikle Sinan döneminde âdap denen, fakat yazılı olmayan kaideler harfi harfine uygulanırdı. Padişahın üstünlüğüne meydan okumaya cüret etmeksizin, ortak bir kimlik ve statü farkları eserlerde kendini gösteriyordu. Meselâ Padişahların, payitahtta bulunan hakim tepelere yaptıracağı külliyelerin, kubbeleri kurşun kaplı, minareleri çok şerefeli ve mermer döşemeli şadırvanlı avlu, zengin çini süslemeleri v.s. gibi padişah eserlerinin adap kodları hassas bir şekilde belirginleşmişti.
Şehzade ve hanedan kadınlarının yaptıracağı camiler ise, nispeten daha küçük kubbeli çift minareli ve padişahın özel izniyle yaptırılabiliyordu. Hatta bu adap kaidelerini çiğnemek ciddî bir suçtu.
Evliya Çelebi, Selânik İki Şerefeli Camii’nin mimarı Gariki Efendi’nin, bu cami minaresinin tekini iki şerefeli yapmasından dolayı idam ettirildiğini belirtir. Yani Osmanlı her aklına eseni, istediği yerde ve istediği şekilde yapamazdı. Ayrıca cami yapılırken ne Avrupa Katedralleri gibi kamusal gelir kaynakları seferber edilir, ne de şimdilerdeki gibi halktan, şirketlerden para toplayarak yapılırdı. Bir cami inşa edileceği zaman ihtiyaç gözönünde bulundurulur, içini dolduracak yeterli cemaat olup olmadığı etüt edilir, bunu da mahkemede ispat edip, Kadı’nın onayı ile yapılmasını isterlerdi.
Dönemin âlimlerinin yazdığı Nasihatnamelerde, padişahın bir külliye yaptırabilmesi için kullanılacak masrafın, sadece gazâ malı olması gerekliliği vurgulanır ve gereksiz bina inşası kınanırdı.
Bu nasihatnamelerin birinde şöyle ifadeler geçer: “Namlı sultanlar cihad ganimetlerine sahip değillerse, imaret, darüşşifa vs. hayrat yapamaz ve lâzım olmayan yerlere Müslümanların devlet hazinesinden harcayıp, cami, medrese yapmaya müsaade yoktur.” 3. Murat için yazılan bu nasihatnamede, Mustafa Ali, padişaha yapı yerine insana yatırım yapmasını öğütler. “Mescit ve mektebi bırak âdem yap! Kâbe yapmak gibidir. Taş ve ağaç çatmak lâzım değil. Şahım, şahlara âdem yapmak yaraşır.” demiştir.
Dolayısıyla Mustafa Ali gibi bir âlim zatın padişaha verdiği nasihatle, gereksiz yapı faaliyetlerini, dindarlık, hayırseverlikten ziyade, siyasî, politik, itibar, gösteriş, güç ve israf olarak değerlendirir.
Hasılı; Gülru Necipoğlu Hoca’nın dediği gibi, gösterişin, kibrin, siyasetin, malzemesi olarak, güzelim boğaz tepelerine kondurulan cami ve camiler mimarlık adabına uymayan beton dev kütlelerden öte geçemeyecektir.
Sinan’ın eserleriyle yarışma cüretini gösteren bu kütle, geniş cemaat kapasitesi 16 şerefesi, bilmem ne kadar özel dokunmuş halısı v.s. ile olsa olsa Guiness Rekorlar Kitabına girebilir. Fakat asla bir Sinan eseriyle yarışamaz ve Sinan estetiğini yakalayamaz.