"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sultan olmak ister misiniz?

Zübeyir ERGENEKON
13 Mayıs 2015, Çarşamba
LÜTUF DA ONDAN, KAHIR DA

“Lütf-u kahrı şey-i vahid bilmeyen çekti azap,
Ol azaptan kurtulup Sultan olan anlar bizi…” (Niyazî-i Mısrî, Emirdağ Lâhikası, s. 75)

Kâinat ve yaşadıklarımız hep aynı şekilde devam etmez. Mutluluktan sıkıntıya, darlıktan bolluğa, geceden sabaha, yazdan kışa değişerek akar gider hayatımız ve hallerimiz. Birçok hikmeti vardır bu tazelenmelerin. Bu değişimler aynı zamanda kuvvetli bir şekilde “halleri ve hayatları” çevirenin “biz” olmadığını ima eder ve “Sonsuz Güç Sahibini” gösterir. “Feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâhî, senin hatırın için o pek geniş kanun-u kaderî değiştirilmez.”  

Binler isminden biri Sultan olan Rabbimiz, kudretiyle, hikmetiyle ve rahmetiyle isimlerini göstermek, kendini bize tanıttırmak için halden hale sevk eder bizi. Bu hallerde ve tavırlarda bizim farklı yaklaşımlarımız olabilir. Halleri ve hayatı kontrol altına almamız zaten mümkün değildir. Geçici olarak böyle bir vehme kapılsak da bu hayatın faniliğini ve bizim acizliğimizi gösteren alâmetlerle bu yol bizi kısa süre içinde azap ve elem içinde bırakır. 

İkinci yol, mutlak idare sahibinin Rabbimiz olduğunu biliriz; ama hoşumuza giden ve bizi sevindiren hayat hallerinde şükür ve tazim içinde oluruz. Diğer zamanlarda ise isyan ve umutsuzluk kaplar benliğimizi. Bu tavırda kendimizi Rabbimize tam teslim etmeyişimiz yatar; enaniyetimiz hallerin ve hayatın istediği gibi gitmemesinden rahatsız olmuş ve benlik dâvâsında ısrarcı olduğunu göstermiştir hal dili ile. 

Üçüncü tavır ise kulluk yoludur, Sultanlık yoludur. Lütfun da kahrın da, musîbetin de nimetin de O’ndan geldiğini bilmektir. Yaşadığımız ve iyi ve kötü görünen her hadise “O’ndan geldiği, O’nun izniyle geldiği” için bizi memnun etmelidir. Bu durum her halimizle O’nunla irtibat kurmamıza vesile olduğu için şükredilmesi gereken bir haldir ayrıca. Mustafa Ulusoy’un bir yazısında ifade ettiği gibi: “Hayır, ne yaşanırsa yaşansın kalbin O’na bağlılığıdır.” Hadiselerin ve hayat hallerinin en hayırlı hâli, Mutlak kudret ve irade sahibi Yaratıcımızla bağ kurduğumuzda gerçekleşir… Zaten “hayatın gayesi” bu değil midir? İnsan ancak o zaman Sultan olur… Lütuf da kahır da kulluk nazarında birdir ve öyle olmalıdır…

Lütuf da O’ndandır, kahır da. Sultan olabilmek için “bu ikisini bir hükmünde görmek” yani “Bunları vererek kendini Bize göstermek isteyeni görmek” gerekir…

HAKİKÎ SALTANAT VE GERÇEK SULTANLIK…

“Abdiyetin içinde bir sultansın; ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin; küçüklüğün içinde bir âlemsin.” (23. Söz)

Dünyevî sultanların saltanatlarını koruma endişesi vardır. Her an asiler saltanatlarını tahrip edebilirler. Bu aslında dünyevî sultanların saltanatlarındaki acizliklerini gösterir. Dünyevî saltanat sahipleri fani, aciz ve zaildirler. Ordularının azametinden “Gök kubbe çökse mızraklarımızla onu tutarız” diyen mağrur Kumandan bile önce Sultan’ın bir kulu tarafından yenilgiye uğratılmış sonra da ölüm perdesi ile dünyadan kaybolup gitmiştir. Binlerce dünyevî sultana hayat ve ölüm hakikatini yaşatmış Sultanlar Sultanı Rabbimizin saltanatı mutlaktır. Her mevcudat O’nun saltanatında izzetli bir tezelzül içerisindedir. Zilletleri, Mutlak kudret sahibine boyun eğmelerindendir, izzetleri ise O’ndan başka kimseye boyun eğmemelerindendir. 

“Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.” Böylece insan kendine has donanımı ile bütün varlıklar üzerinde Sultan olur, halife-i arz olur. İnsan Sultanlara has tavırların kaynağını tanımakla ve şuuruyla varlıklar üzerinde şeref kazanmakla “sultan” vasfına lâyık olur.

Sultanların atfedilen “güç, zenginlik, itibar, makam” gibi özellikler Sultanların kendilerinden olmadığı için bir süre bu sultanlarda görünür, daha sonra başka sultanlarda yansımaya başlar. Sultanlarda aranan bu özelliklerin farklı farklı aynalarda yansıması bizi “Ebedî bir Güneşe” götürür. Yansımalar değildir asıl olan, güneştir. Sultan-ı Kâinatın iradesine ubudiyet ile teslim olan insanların üzerinde ebedî isimler tezahür eder. İnsan bu itibarla güçlü, kuvvetli, itibarlı olur. İnsanların en büyük korkusu olan ölümde bu hakikat kendini gösterir. Sultan-ı Kâinata itimat eden mü’min için ölüm, O Sultan’ın bir memleketinden başka bir memleketine geçmektir. O’na teslim olan uhrevi menzilleri böyle kolayca aşar.

Dünyevî sultanlar unutulur, giderler… Gönül Sultanları ise gök kubbede hoş bir sadâ bırakırlar, sesleri asırlarca yankılanır durur…

SULTANIM…

İnsanlara seslenirken “Sultanım” ibaresini kullanan Muhterem Halil Uslu Ağabeyimiz aynı başlıklı yazısında şunları söylemektedir: “Cenâb-ı Allah’ın bin bir isminin içinde ‘Sultan’ ismi de vardır. Bilhassa çokların daima tesbihatlarında okuduğu İsm-i Azam duâsında ‘Ya Sultan’ ismi geçmektedir. Kaldı ki bu İsm-i Azam duâsını okuyan için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın Cennet ile ilgili tebşiratı yani müjdesi vardır. Onun için her zemin ve zamanda ‘Ya Sultanu ya Allah’...

“Sultanın bizim avamî lisandaki manası ‘kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi’. Bunlar Hz. Allah’ta var. Sonsuz, kusursuz, harika bir tarzda var. O zaman Yaratıcımıza ve sahibimize Sultan demeyeceğiz de kime diyeceğiz?” (Halil Uslu, Yeni Asya, 3.8.2012)

Sultanlar Sultanına kul olarak bir “Sultan” olmamız temennisi ile…

Okunma Sayısı: 2024
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı