"Gerçekten" haber verir 01 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Sen ne yaptın be amca!

Zor olacak söylemesi, ama şöyle diyeyim: Kabul, ikiyüzlü taraflarımız, çifte standartlarımız, her acı, her mazlum, her mağdur karşısında aynı hızla çarpmayan kalplerimiz, yontmacılığımız filan var...

Tamam.

Milletçe böyle şeylerle malulüz... tamam. Ama, kimi konuda, bir “büyük, derin, engin ve zengin bir kamu vicdanı” var. “Filistin meselesi” mesela.

Hep inanırım ki, “kamu vicdanı”nda özel bir yeri bulunan bu mesele, sadece “din kardeşliği” veya salt “İsrail düşmanlığı (hatta Yahudi düşmanlığı)” olmaktan ziyade...

Emperyalizm, yayılmacılık, halklara zulüm, ırkçılık, aşağılama, bağnazlık, dinsel ve etnik nefret, kalleşlik, acımasızlık;

Ekonomik, sosyal, kültürel şiddet ve baskı; kırım, kıyım, tehcir, yurdundan etmek, yurdunda esir etmek, yurdunda güvensiz ve çaresiz kalmak ablukaya almak, açlığa mahkûm etmek gibi zaviyelerle ve hem kalp ile hem akılla sıkı kavransa, bize başka şeyleri, tarihi ve bugünü de daha iyi anlatacak.

O pek olmuyor ama böyle olmaması, hassas bir kamu vicdanı gerçeğini de değiştirmiyor. Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti; Bu hassas kamu vicdanına hassasiyetle hesap vermek zorunda.

Çünkü, Türkiye tarihinin, en azından hani “Cezayir halkının bağımsızlık hakkına emperyalizm kuyruğunda çekimser kalmış” lekeler tarihimizin en ciddi kirlerinden biri bulaştı üstümüze.

Kir ve kan bulaştı hepimize. Üçüncü gün, ısrarla yazmaktan başkası gelmiyor elimden.

Ankara; İsrail yüzlerce Filistinliyi katletmek üzere saldırı kararını almışken Türkiye’ye gelen İsrail Başbakanı ile ne konuşulduğunu, ne konuşulmadığını açıklamak zorunda.

Hükümet (ve devlet) bundan kaçınamaz. Çünkü, kandırıldıysa bir türlü, kandırıyorsa bin türlü.

Her halükârda, kir ve kan üstümüze bulaştı. Kamu vicdanının en hassas olduğu bir konuda, bu ülkede ama varlıklı ama yoksul, soldan sağa, her kesimden, kökenden milyonlarca insanın içi acıdı. Çok acıdı.

Acının katmeri, bir de utanç.

İsrail Başbakanı “bizimkiler”i kandırdıysa da utanç; “bizimkiler” kendilerini veya bizi kandırdıysa da.

Bunu sormak Meclis’in görevi, muhalefetin işi, ama AKP Grubu’nun da sorumluluğu.

Bunun peşine düşmek gazeteciliğin gereği. Bunu talep etmek insanlığın, kamu vicdanının doğal sonucu.

Bir şey daha; Devlet; hükümet ve Genelkurmay, aynı kamu vicdanına, “İsrail ile işler”in dökümünü de verebilmeli.

Tanklar, helikopterler, uçaklar... Paralar hükümete de Genelkurmay’a da ait şahsi varidat olmadığına göre; siyasi ve askeri kararlarla İsrail savaş, şiddet, baskı, katliam makinesine akıtılan “kamu kaynakları”.

Öyle turizm, portakal ticareti, lokum, hurma alışverişi filan değil... İsrail silahlarını besleyen kamu kaynakları!

İsrail uçaklarına açılan kamu tesisleri!

Hassas kamu vicdanını yaralayan, yaraları kanatan, çocuklara kıyan ne varsa!

Filistin’in ölü çocukları da soruyor: Bizi vururlarken sen ne yaptın be Amca!

Ablukada aç ve yarı ölü kapatırken bir yılı daha, ölü (veya ölümüne sakat) girdikleri yeni bir yılda, o çocukların da hatırasına, daha umutlu, hakikatli, hakkaniyetli günlere tanık olmak dileğiyle.

Sabah, 31.12.2008

Umur Talu

01.01.2009


İsrail geleceğimize saldırıyor

İsrail’in Gazze’de giriştiği saldırı a) bir devlet terörüdür, b) insanlık suçudur.

Çünkü İsrail’in saldırısı, Hamas’ın İsrail’e attığı füzelere karşı yapılan bir misilleme denemeyecek ölçüde olağanüstü orantısızdır. İkincisi, kullanılan saldırı silahları (F-16’lar kullanıldı) sivil halka zarar vermeyi engellemeye imkân tanımamaktadır. Yani İsrail, sivil halkı da vurmayı hesap etmiştir. Hamas’a destek veren halk cezalandırılmak istenmiştir. Bu nedenlerle bu saldırı bir devlet terörüdür. Gazze’de aylardır zaten olağanüstü kötü ve zor koşullar altında, yarı aç, sağlıksız, tüm insani gereksinimlerden mahrum olarak yaşayan bu halka böylesine acımasız bir saldırı planlamak ve bunu gerçekleştirmek ancak bu halkı yok etmek niyetiyle açıklanabilir. Bu nedenle de İsrail’in bu saldırısı kitlesel yok etme anlamında bir insanlık suçudur.

Eğer başta ABD olmak üzere büyük devletlerin karşı koyuşu olmasaydı, bir yazımda değindiğim gibi bir uluslararası ceza mahkemesi kurulabilmiş olsaydı, bu olağanüstü kanlı saldırıyla insanlık suçu işlemiş olan İsrail yöneticileri bu mahkemenin önüne çıkarılıp yargılanabilirlerdi. Yine de İsrail’in bugünkü yöneticileri için böyle bir mahkemeyi düşünmek, gerçekleşemeyecek olsa bile yargılanmalarını talep etmek insanlık adına yerinde olur.

İsrail’in bu saldırısının geri planında yatan siyasi planlar konusunda dış politika uzmanlarının yorumlarını herkes gibi ben de dikkatle okuyorum ve pek çoğunu aydınlatıcı da buluyorum. Ortadoğu’da öteden beri buradaki halkların acıları ve hayatları üstüne bir satranç oyunu gibi siyasi iktidar hesaplarının yapılageldiğini biliyoruz. Bütün bu hesapları, bütün siyasi aktörleri, birbiriyle örtüşen ya da kesişen bütün ekonomik, siyasi, askeri farklı çıkarları, bunların karşılıklı ilişkilerini kâğıda döktüğünüzde karşınıza akla ziyan bir tablo çıkıyor. Bir labirent içine düşüyorsunuz, kimin eli kimin cebinde, çözmek hiç kolay değil. Ne var ki, “Büyük sayılar teorisi” diye bir teori vardır; uzun bir periyotta kendini tekrar eden olguları alt alta sıraladığınızda, olayların akışını anlamanızı kolaylaştıran büyük sayıyı elde edersiniz.

Ortadoğu’da, yakın tarih içinde ne zaman bir barış umudu ciddi anlamda yeşermiş ise bu umudu boğan uğursuz bir provokasyon olagelmiştir hep. Nedeni şu veya budur ama hiç fark etmez. Şimdi de öyle olmadı mı? O kadar ki, İsrail’de, Hamas örgütüyle dahi görüşülebileceğini, görüşülmesi gerektiğini savunun barışçı ya da ılımlı görüşler gelişiyordu, Hamas içinde ise şahinlere karşı İsrail ile görüşme yanlısı ılımlılar belirmişti. Çok sorunları olsa bile El Fetih-Hamas yakınlaşma eğilimi vardı vs vs. Daha büyük resim içinde ise Ortadoğu barışı için ABD’nin yeni başkanı Obama’nın İran ile de görüşülebileceğine dair açıklamalar vardır. Kısacası Türkiye’nin de müdahil olduğu bir Ortadoğu barışı masaya geliyordu.

Ama ne görüyoruz; BM Barış Gücü askerleri Lübnan’da bulunuyor, Gazze sıkı abluka altında, ilaç ve gıda malzemeleri bile bölgeye sokulamıyor ama füzeler ve silahlar peynir ekmek gibi, hatta peynir ekmekten daha bol burada. Dönen dolapları anlamak için bu gerçeği görmek bana yetiyor doğrusu. Silah ve ölüm tacirleri ufukta beliren barışı baltalamak için yine iş başındalar! Büyük sayılar teorisi bunu doğruluyor.

Üstelik farklı bir dünya yaratma olanaklarının eşiğindeyken insanlık. Küresel finansal kriz yalnızca ekonomik alanda değil her alanda artık yeni ve daha insanca bir dünyada yaşama isteklerini küresel ölçeklerde güçlü bir beklentiye dönüştürüyorken bu değişim beklentileri, dün hayal bile edilemeyen bir şeyi gerçekliğe dönüştürüp, değişim sloganıyla ortaya çıkan bir siyahı (içinin beyaz olup olmadığı başka mesele) ABD’nin başına getirmişken İsrail’in insanlık dışı asimetrik saldırısı bir atom bombası gibi dünya gündemine düştü. Kanım o ki, bu bomba Gazze’ye, Filistin halkının tepesine düştü kuşkusuz ama sonuçları itibariyle hedef bizzat ABD’nin iç politikasıdır. Bu saldırı, “Silikon Vadisi” yani bilişim sektörü ile silah tüccarları, askeri sanayi kompleksleri arasındaki büyük hesaplaşmanın sonucudur. Değilse İsrail yöneticileri neredeyse soykırımla eş anlama gelen bu saldırıyı bu pervasızlıkta göze alamazlardı. Medeniyetler Savaşı teorisinin mimarı öldü ama bu siyaset sürüyor.

Gazze’de ölüm kusan İsrail füzeleri aslında hepimizin, tüm insanlığın barışçı geleceğine atılmıştır. Filistin halkının katlandığı acılar aynı zamanda bizim geleceğimiz içindir de. Bu nedenle bu vahşete suskun kalmamak gerek.

Referans, 31.12.2008

Nabi Yağcı

01.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır