"Gerçekten" haber verir 16 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin. Doğrusu onlar diridirler; lâkin siz farkına varmazsınız.

Bakara Sûresi: 154

16.01.2009


Kökü ecnebide, kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi

Otuz sene evvel Darü’l-Hikmet azası iken, birgün, arkadaşımızdan ve Darü’l-Hikmet azasından Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki:

“Kat’î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebîde ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et.”

Ben de “Tevekkeltü a’lallah, ecel birdir, tagayyür etmez” dedim.

İşte bu komite, otuz sene, belki kırk seneden beri hem tevessü etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti. İki defa imhâ için hapse ve on bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi on dokuz defa oldu). En son dehşetli planları, sabık Dahiliye Vekilini ve Afyon’un sabık Valisini, Emirdağı’nın sabık kaymakam vekilini aleyhime sevk etmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu bütün şiddetiyle aleyhimde istimâl etmeleridir. Benim gibi zayıf, ihtiyar, merdumgiriz, fakir, garip, hizmete çok muhtaç bir bîçareye o üç resmî memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak o dereceye gelmiş ki, bir memur bana selâm etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için, casusluktan başka hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm halde, inayet ve hıfz-ı İlâhî bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsâlsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehâlete mecbur etmedi.

Emirdağ Lâhikası, s. 168

Darü’l-Hikmet: 1918-1922 yılları arasında büyük hizmetler yapmış olan İslâm Akademisi veya Yüksek İslâm Şûrası mânâsındaki dinî müessese.

zındıka: Dinsizlik, inançsızlık.

tagayyür: Değişmek. Başkalaşmak.

tevessü: Genişleme, yayılma.

Bediuzzaman Said Nursi

16.01.2009


İstihkâm ile istihdam

Bazen kendime, “Neden filan filan şöyle, ötekiler böyle de biz hâlâ işin burasındayız?” diye soruyorum. “Neden refîkimiz olan bazıları ‘han’, ‘hamam’ sahibi oldular da biz bulunduğumuz yerdeyiz” diye düşündüğüm olur zaman zaman. Bunu, benim gibi başkaları da düşünüyor olabilir. Gerçi, dünden bugüne çok şey değişti; çok sular aktı bu köprünün altından!.. Maddeyle ölçülemeyecek birçok şey vücuda geldi.

Sonra döner, işi, bir başka yönünden ele alırım.

“Her yiğidin bir yoğurt yemesi var” ya; bizim de, yani “Yeni Asya Gazetesi” okuyucularının da bir hizmet modeli, bir anlayış tarzı vardır elbette. Her şahsın olduğu gibi, her kurumun da nev-i şahsına münhasır bir şahsiyet yapısı, mütemâyiz bir kimliği vardır. Birinin gidişi hızlıdır, diğerinin dönüşü. Atalar, “Ağır taşı ne yel alır, ne sel alır” demişler.

Ruhunu Rahmana teslim eden fedakârların “Lahana yaprağı kadar da olsa” diye ettikleri duâlarını kabul etti Rabbimiz. İhlâsla ekilen “nur” tohumları bağ oldu, bostan oldu; ağaç oldu, meyve doldu. Ona sarılanlar oldu, ona darılanlar oldu. Onu kesenler, ona küsenler oldu.

Dayandı!

Dayananlara dayanak oldu yılmadan…

Karanlık kalplere ışık, paslı gönüllere ümit, yolunu şaşıranlara rehber oldu yıllarca…

Dünya nimetlerinin gözleri kamaştırdığı bu zamanda dimdik durmak, yamulmamak kolay değil doğrusu.

Han olsun, hamam olsun; varsın olların olsun. Zillete değer mi dünya, izzetle ölmek varken?

Her ne ise...

Ben, öteden beri, hizmet tarzımızı, ordudaki “İstihkâm sınıfı”na; mensuplarını ise, “İstihkâm neferleri”ne benzetiyorum. Mazur görün; Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri de askere, orduya teşbih eder birçok konuyu.

Bilirsiniz, istihkâm: Sağlam, kuvvetli, dayanıklı olma demektir. Tamam da, bu sınıf ne iş yapar? Özelliği nedir?

İstihkâm birliği “saff-ı evvel”dir. Önce o gider zor işlere, zor şartlar altında. Kale yapar, köprü yapar, siper yapar, set yapar. Yani hep yapar, yapar, yapar…

Ulaştırma arkadan gelir, “vızz” diye geçer gider. İstihkâm, yine yerindedir; kalenin, köprünün, yolun tadiliyle, tamiriyle meşguldür.

Tankçısı, topçusu, yürüyeni, koşanı; onlar da gelir geçer, giderler. İstihkâm, yine kaleyle, köprüyle, yolla uğraşır. Çünkü görevi budur. Çünkü, “koşanlar”ın bastıkları yolu hazırlamaktır onun ihtisâsı. Çünkü, yol olmazsa koşulmaz, köprü olmazsa aşılmaz.

Varsın onlar koşsunlar. Geçit aynı, geçen aynı, yollar bir…

Bir, bir, bir… Birçok birler…

Biz, işimize bakarız.

“İstihkâm”la “İstihdâm”ın harf sayısı aynı. Kelime yapısı olarak birbirlerine çok benzedikleri gibi, mânâ olarak da benziyorlar!

Biri, “çalışmak”; diğeri ise “çalıştırılmak”. Bir tarafta “hizmet eden”, diğer tarafta ise, “Hizmet Ettiren”!..

Demek ki “istihdâm” var, demek ki çalıştırılıyoruz.

Anlaşılıyor ki: Rahmet ve merhamet sahibi Rabbimiz tarafından “İstihdam olunuyoruz”. “Hem rıza dairesinde, hem inayet altında bize hizmet-i Kur’âniye yaptırılıyor.”

Eee… Dünya bu! “Ameller niyetlere göredir.”

Kimileri “taksimat”la (!), kimileri de “tahkimât”la muvazzaftır burada…

[email protected]

ALİ RIZA AYDIN

16.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır