05 Eylül 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Genelkurmay’ın sloganlarını kim yazıyor?

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yine yaptı yapacağını.

Genelkurmay’ın 30 Ağustos Zafer Bayramı afişlerini eleştirdi.

Daha doğrusu, o afişlerdeki bir sloganı...

Günay’ın doğru bulmadığını söylediği slogan şu:

‘Güçlü ordu, güçlü Türkiye’.

İlk seferde göze, kulağa fazlasıyla aşina gelen bir slogan.

Aslında biraz da sıradan, harcıâlem kokuyor.

Yine de öyle zannediyorum ki, pek çoğumuz bu sloganı o kadar sevmedi.

Hatta yadırgayanlarınız, anlam veremeyen, alaka kuramayanlarınız olmuştur.

Alışık olduğumuz, artık sıradanlaştırdığımız bir propaganda dilinin bizde reaksiyona yol açması, şaşırtıcı geldi bana.

Bunun üstünde düşünmeliyiz.

Çünkü normal olan, kaale alınmamasıydı; dikkate değer bulunmaması, görmezden gelinmesi...

Öyle olmadı, bütün eskimişliğine rağmen dikkatimizi çekmeyi başardı.

Ve Ertuğrul Günay çıkıp, birçok kimsenin aklından geçeni açıktan söylemiş oldu.

Bense, şunu merak ediyorum;

Acaba bu slogan, hangi ihtiyaçtan doğdu?

Neyi anlatmak için tercih edildi?

Kim, nasıl bir çalışmanın sonunda onu buldu?

***

Hiçbir propaganda amaçsız olmaz.

Öyleyse, bu sloganın da bir amacı olmak gerek.

Bizi bir şeye ikna etmeye, inandırmaya çalışıyor.

Olsa olsa, aksi söz konusu olan bir şeydir bu.

Gelin bakalım, ne olabilir?

Bir; Türkiye’nin güçlü bir ordudan vazgeçme ihtimali.

Bu olamaz; zır deliler bile inanmaz ki, bunu çürütmeye ihtiyaç duyulsun.

İki; hayır, gereksiz bir şişinme sloganı da değil bence.

Tipik bir ‘kendi kendimize propaganda’ durumundan fazlası, mevzubahis.

TSK’nın yıprandığı, zayıfladığı gibi bir hissiyatı dışavuruyor.

Sebepsiz bir kötü psikolojiyi yansıtıyor.

Üstelik, altnda sakladığı varsayımlar da fena halde yanlış.

Demokratikleşme, sanki TSK’nın aleyhine işliyor.

Biri güçlendikçe, diğeri zayıflıyor gibi...

Daha iyi anlamak için, bu sloganın diğer muhtemel alternatiflerine bakın.

‘Güçlü millet, güçlü Türkiye’...

‘Güçlü birey, güçlü Türkiye’...

‘Güçlü demokrasi, güçlü Türkiye’...

‘Güçlü ekonomi, güçlü Türkiye’...

Misaller, böyle sürüp gidiyor.

Bunlar arasında bir öncelik sıralaması yapsanız, ‘Güçlü ordu, güçlü Türkiye’ sloganı, hangi basamakta yer alırdı?

Sorulmaya değer...

Cevabı, herkes kendi içinde versin.

***

30 Ağustos sloganını ben de yadırgadım.

Ama gerekçelerim Ertuğrul Günay’dan biraz farklı.

Soğuk Savaş’ın güvenlik pazarlamasına ait olduğu için, çağrıştırdığı daha başka onca şey için...

Zımnen de olsa;

En büyük milli markamızı ordu, en önemli ihraç kalemimizi de ‘güvenlik tedarikçiliği’ olarak lanse ettiği için...

Bizi, Batı İttifakı’nın doğu sınırlarını bekleyen ‘ileri karakol’ olduğumuz günlere geri götürdüğü için...

Soğuk Savaş bittiği halde, ordumuzu hala eski dünya düzenine göre konumlandırdığı için...

Alınmasınlar ama, biraz da Orta Asya’daki kardeş cumhuriyetleri andırdığı için...

Ben, bu sloganı yakıştıramadım.

***

Son bir mesele daha var.

O da, Bakan Günay’a itiraz ettiğim nokta.

Diyor ki;

‘Irak ordusu güçlüydü, Saddam’ı koruyamadı’.

‘İran ordusu güçlüydü, Şah’ı koruyamadı’.

Yani güçlü ordu beslemesi, o ülkenin güçlü olmasına yetmez.

Ki doğru, doğru olmasına... Güçlü ordulardı her ikisi de fakat, haklı değillerdi...

İş, yalnızca güçlü değil, aynı zamanda haklı da olmakta!...

Akif Beki, Radikal, 4 Eylül 2009

05.09.2009


Askere otonomi isterseniz...

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu talebini ilk defa 14 Nisan’da Harp Akademileri’nde yaptığı yıllık değerlendirme konuşmasında dile getirdi. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda Merkez Orduevi’nde gazetecilerle yaptığı sohbette tekrarladı. Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “otonomi” istiyor. Harp Akademileri’nde cümlesi açıktı: Askerlik mesleğinin profesyonel niteliğine saygı gösterilmesi gerektiğini belirtirken, “Askere kendisini organize etme konusunda önemli boyutta otonomi verilmelidir.” diyordu. 30 Ağustos resepsiyonunda ise ifade daha doğal: “Silahlı Kuvvetler’in birlik ve bütünlüğü çok önemli. Dolayısıyla Anayasa, yasa, demokrasi elbette... Ama Silahlı Kuvvetler’e otonom bakacaksınız. Silahlı Kuvvetler, her şeyin üstünde olacak ve tabii ki bütün olacak.” Üzerinde titizlikle durulması gereken sözler bunlar. “Her şeyin üstünde” tutulacak ordu ülkeye ne kazandırır? Daha iyi savunma mı? Uluslararası alanda daha fazla güç ve itibar mı? Ya “otonomi” talebi? “Önemli boyutta otonomi” verilmesi, askerlik mesleği açısından gerçekten gerekli mi? Otonomi talebi kime karşı? Ordu, kimden veya kime karşı otonom olacak?

Ordu için dile getirilen bu talebin anlamını, bazı Kürt siyasetçilerin Kürtler için “otonomi” talebi ile karşılaştırarak göstermek mümkün. Her ikisi de bir gücün, yani devlet iktidarının kendilerine karşı sınırlanmasını ve bu devlet iktidarının bir kısım yetkilerinin kendilerine devredilmesini istiyor. “Otonomi talebi”nin başka bir anlamı yok. Kürt siyasetçilerin gerekçeleri Kürtlerin başta kimlik olmak üzere kültürel haklarını korumak. Genelkurmay Başkanı’nınki ise “askerlik mesleğinin profesyonel gerekleri”. Sonuçta değişen bir şey olmuyor. Devletin egemenlik gücü içinde yer alan yasa koyma, yargılama ve icra etme yetkilerinden bir kısmı, “otonomi” adıyla devredilmiş oluyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugün anayasa ve yasalarla teminat altına alınmış epeyce otonom yetkileri zaten var. Askerî yargının geniş yetkileri bu otonominin en önemli unsuru. YAŞ kararlarının yargı denetimi dışında tutulması da anayasal nitelikli bir otonomi. Askerî harcamaların denetlenememesi, askerî bütçenin fiilen Meclis denetimi dışında olması yine otonomi olarak anlaşılmalı. Kısaca asker zaten otonom.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sahip olduğu ve Genelkurmay Başkanı’nın ağzından daha da fazlasını istediği otonominin “askerlik mesleğinin gerekleri” ile yakından uzaktan bir alâkası yok. Asker, darbelerle bir askerî vesayet düzeni oluşturduğu ve kendisini siyasetin (yani demokratik iktidarların) üzerine yerleştirdiği için bu otonomiyi anayasaya ve yasalara yerleştirmiş durumda. Bu otonomi güvenlik gerekçesi değil, buram buram bürokrasi kokuyor. Elinde silah olan ve bu silahı kullanarak devlet içinde otonom bir alan yaratan asker, bürokratik bir kurum olarak, kurumsal çıkarlarını koruma altına alıyor. Dünyada gelişmiş ülkelerin “daha profesyonel ve güçlü” ordularından hangisi otonom? ABD ve Fransa ordusunun sahip olmadığı otonomi, bizim askerimizin nesine katkı sağlayacak? Askerin talep ettiği otonomi ile bazı Kürt siyasetçilerinin talep ettiği otonominin çok önemli bir ortak paydası var. Her ikisi de “üniter devlet” yapısına aykırı. “Devlet içinde devlet” niteliği taşıyan bir ordu ile—belki—daha “güçlü” bir ordunuz olabilir; ama kesinlikle “üniter devlet”e özgü siyasî bütünlüğünüz olmaz. Askerin darbe dönemlerinden kalma yasalarla sahip olduğu iktidarın iki başlı bir devlet yapısı ortaya çıkardığı ortada. Yakın tarihimizdeki millî çıkar kayıplarının büyük kısmının sebebi bu iki başlılık değil mi?

“Savaş yeteneği” politik bir güçtür. Tarih, bu gücün kendi başına hareket etmesi durumunda hiçbir işe yaramadığını, tersine savunduğu prensiplere zarar verdiğini gösteriyor. Halk iradesini stratejik amaçlara bağlayacak olan yegane güç demokratik iktidarlardır. Otonomi isteyen bir ordu, kurumsal bürokratik çıkarlarını pekiştirir; ülke güvenliğini değil. Üstelik “askere otonomi” siyasî birliğe zarar verdiği için başka otonomilere yol açar.

Mümtaz'er Türköne, Zaman, 4 Eylül 2009

05.09.2009


Dayatma fobisi

Türkİye’nİn Avrupa Birliği üyeliği gündeme geldiğinden beri, bir kısım insanımızda “dayatma fobisi” ortaya çıktı. Bu fobi, dışarıdan, başkasından gelen her fikir ve önerinin bir “dayatma” ve Türkiye’nin aleyhine olduğu inancından kaynaklanıyor.

Üstelik bu fobinin ilk sahipleri ve sürekli besleyicileri, ırkçılığın kıyısında dolaşan radikal milliyetçi çevrelerdir.

Aynı çevreler demokrasinin de aslında dışardan gelen bir dayatma ve ülkeye zararlı olduğunu için için düşünürler ama bunu açıkça söylemezler, bazen boş bulunup ağızlarından kaçırırlar. Avrupa Birliği, bütün üye adaylarına aynı şeyi söylüyor: Eğer bizim ailemize katılacaksanız, bizde geçerli olan şu şu ilkeleri benimsemeniz ve uygulamanız gerekiyor... Sıralanan ilkeler ise sadece gelişmiş toplumları daha da geliştiren ve daha güçlü kılan bir hayatın ilkeleridir.

***

Hükümetin sonradan “Demokratik Açılım” dediği ve özellikle Kürtlerle ilgili haksızlıkları düzeltecek demokratik reform girişimi de başından beri “dayatma fobisi”ni ayaklandırdı. Onlara göre bu bir Amerikan planıdır, Avrupa dayatmasıdır.

Dayatma fobisiyle malul olanlar, bizlerin, Türk toplumunun kendi aklıyla, bilinciyle, bilgi birikimiyle herhangi bir reform, yenilik yapamayacağı kanaatindedir. Türkiye’deki Kürtlerin demokratik haklara sahip olmaları, eğer batı da aynı görüşteyse, kötü bir şeydir. Çünkü bizimle ilgili dışardan gelen her öneri aslında bizim kötülüğümüzü istemektedir. Kuşkusuz ABD’nin Irak ve Kuzey Irak’ın geleceğiyle ilgili planlarının başarısı için Türkiye’deki Kürt sorunun çözülmesi, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürdistan ile ilişkilerinin iyi olması önemli bir unsurdur. Avrupa da Kürt meselesini demokrasi etiği ve insan hakları konusu olarak sahiplenmiş, hatta sahiplenişini zaman zaman teröre dolaylı desteğe kadar vardırmıştır. Ama bütün bunlar Türkiye’nin bir iç sorunu olan Kürt sorununu demokrasi açısından ele alıp çözmemesinin gerekçesi olamaz. Tam tersine; olsa olsa yapılan doğru bir işin dünya tarafından da anlaşılması, bir ek güven duygusu yaratır.

***

Dayatma fobisini üzerinden atamayanlar için eski konulardan biri de hep Ermeni meselesi ve Ermenistan ile ilişkiler olmuştur. Türkiye ile Ermenistan arasında varılan son anlaşma ve imzalanan protokol bu eski fobiyi yine canlandırdı. Onlara göre ABD ve Avrupa, hatta ayrıca da Rusya Türk-Ermeni ilişkilerinin iyi olmasını istiyorsa tam tersi yapılmalı, bu ilişkiler kötü durumda bırakılmalıdır. Bu fobinin sahipleri, kendi akıl ve mantıklarına, bilgi ve tecrübelerine güvenemediklerinden doğruyla yanlışı ayırt etmek için böyle basit bir ayrımla düşünürler. Dayatma fobisi kendine, toplumuna güvensizliğin en üst aşamasıdır ve ne yazık ki her alanda Türkiye’nin elini ayağını bağlayan bir hastalık olarak yaşamaya devam ediyor.

Okay Gönensin, Vatan, 4 Eylül 2009

05.09.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.