GERÇEK İYİLİK |
BİR ÂYET,BİR YORUM “Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve kölelere, esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Andlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.”
(Bakara: 2/177)
GERÇEK iyilik, yüzümüzü doğuya, ya da batıya çevirmek değildir. Kur’ân gerçek iyiliğin ne olduğunu açıklıyor. Buna göre gerçek iyililiğin temelinde iman esasları vardır. Gerçekten iyi olan insan, herşeyden önce Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kutsal kitaplara ve peygamberlere inanan kimsedir. Bu iman esaslarına inanmadan bir kimsenin “Ben iyiyim, ben iyilik yapıyorum” demesinin fazlaca bir mânâsı yoktur. Bir hadis-i şerifte bildirildiği gibi, iman nedir? diye soran bir kimseye Peygamber Efendimiz (asm) şu cevabı vermiştir: “Bir iyilik yaparsan kalbinin o iyiliği sevmesi, bir kötülük işlediğinde de kalbinin ondan nefret etmesidir.” (İbn-i Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, I, 252) O halde, iman insana yaptığı iyiliklerin farkına ve lezzetine varmasına, ondan hoşlanmasına, yaptığı kötülüklerden de nefret etmesine sebep olur. Diğer taraftan bu iman esaslarına kesin imanı olan bir insanın, iyi bir kimse derecesine çıkması için sevdiği mallardan tasadduk etmesi gerekiyor. Âyetteki ifade, kendisi o mala ihtiyaç duysa da onu tasadduk etmeyi tercih etmeyi ifade ediyor. Peygamberimiz (asm) şöyle buyuruyor. “En faziletli sadaka ona ihtiyacınız olduğu halde zenginliği ümit edip, fakirlikten korktuğunuzda onu tasadduk etmenizdir.” Yine gerçek iyi insan, sevdiği yiyecekten, miskine, yetime ve esire ve yolcuya yedirendir. Bütün bunlar, insanı bencilce tutumlardan uzaklaştırmak istiyor. Diğergam olmaya dâvet ediyor. Biz yalnız yaşamıyoruz. Etrafımızda durumu bizden çok daha kötü olan nice insanlar var. Onlara yardım elini uzatmalıyız. Gerçek iyi olan insanlar namazlarını kılıp, zekâtlarını da veren insanlardır. Namaz kılan insan, Allah’ı işinden, zamanından, kazanacağı paradan daha fazla sevdiğini göstermiş oluyor. Zekât veren insan da, paraya, mala tapmadığını fiili olarak gösteriyor. Diğer taraftan iyi insan söz verdiğinde sözünü yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş anında sabreden insandır. Sağlık ve varlıklı olmasına, barış içinde yaşamasına sevinip hastalık, sıkıntı ve savaş anlarında isyankâr olmak, iyi insanın vasıfları değildir. O halde, varlık içinde iken şımarık olmayacağız. Varlığın bize Allah tarafından verildiğinin bilincinde olacağız. Ve varlığımızı Allah için başkalarıyla paylaşacağız. Yokluk ve sıkıntı anlarında da sabredeceğiz. Her iki durumda da sınavla karşı karşıya kaldığımızı unutmayacağız. Bu âyette gerçek iyiliğin, iman, ibadet ve ahlâk üçlüsünden meydana geldiğini görüyoruz. Bunların da birbirinden ayrılması mümkün değildir. İman, ibadeti ve ahlâklı olmayı doğurur. Bunun üçü de iyiliği oluşturur. Ne mutlu buradaki iyilik sırrına erenlere ve bunu son nefese kadar devam ettirenlere...
Dünya ve ahiret dengesi BİR HADİS, BİR YORUM “Hiç ölmeyeceğini zanneden birisi gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Camiüssağir, C. I. s. 335.)
İSLÂM dini bir denge dinidir. İnsanların dünya ve ahiret dengesini kurmasını istiyor. Dengeli bir hayat için bu hadiste bildirilen dünya ahiret dengesine dikkat etmek gerekir. Kimi insanlar, hayatın sadece bu dünyaya ait olduğu vehmine kapılarak bütün duygularını, lâtifelerini bu dünya için harcıyor. Doymak bilmek bir hırs ile çalışıyor, çalışıyor. Tabiî ahireti hesaba katmadığı için de helâl, haram ayırımı yapmıyor. O sadece daha lüks bir hayat yaşamak ve çocuklarına üst seviyede imkânlar hazırlamak için uğraşıyor. Bu tip kişilerle karşılaştığınızda konuşuyorsunuz, hemen size “çalışmak da bir ibadet değil mi” diyorlar. Evet gerçekten de çalışmak da bir ibadettir. Ama bu ancak Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirdikten sonra olur. Yoksa insanın çalışması asla ibadet olmaz. Meselâ beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, zenginse zekâtını veren, hacca giden bir insanın helâl yoldan kazanmak için yaptığı her çalışma ibadet hükmüne geçer. Ama bu ibadetleri yerine getirmeden yapılan hiçbir şey ibadet hükmüne geçmez. Bu yüzden dengeye dikkat etmek gerekir. Günümüzde ahirzamanın bir özelliğinden olsa gerektir, insanlar, Kur’ân’ın ifadesiyle dünyayı ahirete tercih ediyor. Yani ahiret için hiç çalışmıyor, sadece fani dünya için çalışıyor. Hatta ahiretin güzelliklerini bildiği halde, dünya hayatını ahirete tercih ediyor. Halbuki hadis-i şerif, bu mânâsıyla günümüz insanına hitab ediyor. Dünyaya çalış, dünyayı ihmal etme. Bir âyette bildirildiği gibi dünyadaki nasibini de unutma. Ama kalbini dünyaya bağlama. Hedefini sadece bu dünya yapma. Yarın ölecekmiş gibi de ahiret için tedbirli ol. Çünkü ölümün ne zaman, kime, kaç yaşında geleceği meçhul. Onu ancak Allah biliyor. Geçtiğimiz günlerde genç bir arkadaşımızın babası sahurda geçirdiği trafik kazasında vefat etti. Ölüm genç yaşlı ayrımı yapmıyor. Bu anlayışı içimizde yaşattığımız takdirde, dünyaya kendimizi fazla kaptırmayız. Ben öyle insanlar görüyorum ki, para kazanmak için namazlarını ihmal ediyor. Yani Allah’a olan borcunu ödemiyor. Bir insana borcu olan bir esnaf, onu ödemezse ne kadar sıkıntı çekiyor, itibarı kalmıyor. Biraz daha borçları birikir ve ödeyemezse, iflâs ediyor. İşte Allah’a karşı borçlarını ödeyemeyen bir insan ne kadar dünyalık elde ederse etsin, Allah katında böyle müflis bir insan durumuna gelecek. İnsana sevap kazandıran para kazanmak değil, onun bir kısmını zekât, sadaka gibi Allah rızası için infak etmek, harcamaktır. Allah’a hakkıyla kulluk yapmaktır. Toplumun gidişatı, televizyonların insanları lüks hayata teşvik etmesi bizi aldatmamalı. Helâlinden kazanmak için çalışmalıyız, kanaat sahibi olmalıyız, asla hırslı olmamalıyız ve dünyevî çıkarlar için Allah’a ibadet etmeyi, bilhassa günlük beş vakit namazımızı kılmayı ihmal etmemeliyiz. O halde İslâm, ne tembel tembel oturmayı, ne de sadece dünya için koşturmayı tavsiye ediyor. O bizi ikisi hususunda dengeli olmaya dâvet ediyor. Bunun ölçüsü de, dünya için çalışmak, ama dünyevî hedeflere kalbimizi bağlamamak olmalı. İşte İslâmın farklılığı ve yüceliği de buradan kaynaklanıyor.
YRD. DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI |
30.08.2010 |