31 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

TEK TİP ASKERLİK DAYATMASI

Taraf gazetesi Ankara temsilcisi Lale Kemal, tek tip askerlik modelinin siyasî otorite ile çeliştiğini söyledi. Lale Kemal dünkü köşesinde, TSK’nın, yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştığı ve askerlik süresinin tek tip hale getirilip, kısaltılması öngörülen mecburî askerlik hizmetiyle ilgili ortaya çıkan ayrıntıların, ordunun, siyasî otoritenin güvenlik algılamalarıyla çelişkili bir politika izleme ısrarını sürdürdüğünü ortaya koyduğunu dile getirdi.

MECLİS VE HÜKÜMET İRADESİ GÖZ ARDI EDİLİYOR Kemal, bu modelin TSK’nın yeniden yapılandırılması ve küçültülmesi ele alınmaksızın, askerlik süresinin kısaltılmasının hiçbir faydasının olmayacağını gösterdiğni kaydetti. Lale Kemal, Başmüzakereci Bağış’ın asıl çözümün tamamen profesyonel orduya geçmek olduğunu söylemesinin TSK’nın, siyasî otorite ve Meclis’e rağmen önemli bir konuda tek başına karar alma keyfiyetini gözler önüne serdiğini dile getirdi. VESAYETÇİ ANLAYIŞIN YENİ DAYATMASI:TEKTİP ASKERLİK TSK’nın, yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştığı ve askerlik süresinin tek tip hale getirilip, kısaltılmasını öngören mecburi askerlik hizmetiyle ilgili ortaya çıkan ayrıntılar, ordunun, siyasi otoritenin güvenlik algılamalanyla çelişkili bir politika izleme ısrannı sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Bu model ayrıca, TSK’nın kuvvet yapısının kapsamlı bir şekilde yeniden yapılandınlması ve küçültülmesi ele alınmaksızın, askerlik süresinin kısaltılmasının hiçbir faydası olmayacağım gösteriyor.

Sabah gazetesinde geçen hafta cuma günü aynntılan verilen “Tek Tip Askerlik” modeliyle ilgili taslak metne göre, eğitim düzeylerine bakılmaksızın tüm bireyler, 9 ay süreyle aynı şekilde mecburi askerlik hizmetlerini yapacaklar. Tek tip askerlik modelinin bu yıl sonundan önce Meclis’e sevkedilerek yasalaşması planlanıyor.

Mevcut uygulamaya göre, askerlik çağına gelmiş kişiler, kısa dönem, yedek subay ve uzun dönem şeklinde mecburi askerlik hizmetlerini yapıyorlar. İlköğretim ve lise mezunu vatandaşlar, 15 ay askerlik yapıyor. Üniversite mezunu olanlar ise askerliklerini 6 ay kısa ve yedeksubay olarak 12 ay yapabiliyor. VESAYETÇİ DİRENİŞİN GÖSTERGESİ Yeni askerlik modeli çalışmalannda dikkat çeken husus, Meclis’in onayını gerektiren tek tip askerlik yasa taslağı TSK tarafından hazırlanırken, gerek hükümet gerek parlamento gerekse mecburi askerlik hizmetini yapacak olan, örneğin, serbest ticaretle uğraşan gençlerin üyesi olduğu ticaret odalan ile işbirliği yapılmamış olması. Diğer bir deyişle yeni model, demokratik yapı içerisinde sivillerle paylaşmayı gerektiriyordu.

Genelkurmay Başkanlığı görevini geçen cuma günü Orgeneral İlker Başbuğ’dan alan Orgeneral Işık Koşaner, İçişleri Bakam Beşir Atalay’ın açıklamalanyla da ters düşerek, polislerin askerlikten muaf olmayacağım söyledi.

Atalay’ın, polislerin askerlikten muaf olacağı açıklamasını Koşaner’in yalanlaması, akabinde Devlet Bakam Egemen Bağış’ın, dün Zaman gazetesinde yer alan demecinde de, asıl çözümün tamamen profesyonel orduya geçmek olduğunu söylemiş olması, TSK’nın, siyasi otorite ve Meclis’e rağmen toplumu ilgilendiren bir konuda tek başına karar alma keyfiyetini gözler önüne seriyor.

Tek tip askerlik, bedelli askerliğin de önünü kesici nitelikte. Tek tip askerliğe ilişkin TSK çalışması, Türkiye’nin komşularla ilişkileri en iyi düzeye getirmeyi amaçlayan “Sıfır sorun” politikası ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin (MGSB) bu anlayışı yansıtır biçimde yeniden yazılması politikalan ile de ters düşüyor.

Stratejik seviyede yapılan hataların, taktik seviyede alınacak kararlarla düzeltilemeyeceğini hatırlatan bir askerî kaynak, “Buna benzer şekilde, üst seviyede olan ve çoğunlukla siyasi karar gerektiren tercihlerle Uişkilendirilmeden yapılacak askerlik ile ilgili her düzenleme bir süre sonra yeniden sorunlara yol açabilecek ve tartışmalara yol açacaktır” diyor.

Türkiye’deki genç nüfus oranının yüksekliğine bakıldığında, TSK’nın asker ihtiyacının yüzde 65.49’nu karşılayabildiği savı da inandırıcı değil.

ASKERLİK ORDUEVLERİNDE KUAFÖRLÜK DEĞİLDİR

Savunma planlaması konusunda uzman bir askeri kaynak, tek tip askerlik modeli hazırlanırken göz önüne alınması gereken bazı unsurlan Taraf'a şöyle değerlendirdi: “Askerlik hizmetinin şekli ve süresine ilişkin yapılacak her inceleme ya da alınacak her kararın başanya ulaşabilmesi için öncelikle asker ihtiyacına ilişkin temel parametrelerin gözden geçirilmesi ve şu dört sorunun yanıtlanması gerekir:

1- Savunma planlamasına ilişkin temel esasları belirleyen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Milli Askerî Strateji gibi dokümanlarda, ulusal güvenlik ve milli hak ve menfaatlere yönelik risk ya da tehdit kaynağı olarak tesbit edilen unsurlar (ülke, örgüt vb) nelerdir?

2- Risk ve tehdit oluşturan unsurlar ile mücadeleye yönelik strateji nedir? Bu strateji kapsamında, milli güç unsurlarının kullanımına ilişkin temel konseptler nelerdir?

3- Milli güç unsurlanndan sadece bir tanesi olan askerî güç, hangi görevlerde, hangi koşullar altında ve ne kadar süreyle kullanılacaktır?

4- Askeri gücün organizasyonu ve insan-teknoloji terkibi nasıl olacaktır; örneğin, eğer ülke içindeki terörist unsurlar ile arazideki mücadele askerî güç tarafından yapılacak ise, araziye dağılmış olan terörist unsurlann bulunması için 15-20 personelden oluşan ve adına kol denen yüzlerce birlik bizzat araziye çıkarak arama tarama mı yapacaktır yoksa insansız hava araçlanna monte edilen elektronik sistemler ile bölge havadan mı taranacaktır. Bu örnekte ikinci hareket tarzı seçilirse doğal olarak daha az askere ihtiyaç duyulacaktır.

Yukandaki sorulara verilen yanıtlar, askerî güce olan ihtiyacın temel belirleyicisi olacaktır.

SINIR GÜVENLİĞİNİ

KİMLER SAĞLAYACAK

Konuyu günümüzdeki uygulamalarla ilişkilendirirsek eğer:

a. Sınır güvenliğinin hudut alaylan vb. askerî unsurlar ile mi yoksa daha profesyonel hudut muhafızları ile mi sağlanacağı,

b. Kırsaldaki emniyet ve asayiş hizmetlerinin askerî bir unsur olan jandarmadan alınıp sayı ve diğer imkânlar açısından daha da güçlenmiş bir polis teşkilatı tarafından mı yerine getirileceği,

c. Kırsalda faaliyet gösteren terörist unsurlara karşı yürütülecek operasyonel mücadelenin askerî birlikler yerine, kırsal alandaki asayiş sorumluluğunu da üstlenmiş bir polis teşkilatına bağlı özel harekât unsurlan tarafından mı yürütüleceği gibi, sorulann yeniden cevaplanması gerekir.

HARP SANATINI ÖĞRENMEK

Cevaplanması gereken bir diğer önemli soru da askerlik hizmetinden ne anlaşılacağıdır. Anayasa’nın 72’nci maddesinde vatan hizmeti yükümlülüğünden bahsedilerek bu hizmetin Silahlı Kuvvetler’de veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağının kanunla belirleneceği ifade edilmiştir. Askerlik işlemlerini düzenleyen 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun ı’nci maddesinde de her erkeğin askerlik yapmaya mecbur olduğu belirtilmiştir. Askerlik kavramının tanımı ise 211 sayılı İç Hizmet Kanunun 2’nci maddesinde yapılmıştır ve şöyledir: “Türk vatanım, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harb sanatım öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti.”

Bu noktadan bakıldığında orduevi, askerî gazino, sosyal tesis vb.nde garson, aşçı, berber, kuaför, temizlik görevlisi, emekli generale şoförlük vb. pek çok işin askerlik olmadığı ve süresi ne olursa olsun bu tip hizmetler için vatandaşlardan askerlik yapmasının beklenemeyeceği ortadadır.

POLİSLER VE ER ÖĞRETMENLER

Bir de anayasamız, vatandaşlardan vatan hizmeti beklemekte, bunun da silahlı kuvvetlerde ya da kamu kesiminde yerine getirilebileceğini belirtmektedir. Anayasa’nın bu açık hükmü ortada iken, askerliği vatan hizmetinin tek yolu olarak kabul edilmesi zorlamak anayasaya aykırılık olarak görülebilir. Polislerin askerlik yapması hususu bu kapsamda değerlendirilebilir. Zaten er öğretmenlik diye bir uygulama vardır ve pek çok öğretmen, doğu ya da güneydoğudaki okullarda sivil öğretmen olarak, hem de maaş alarak askerlik hizmetini yapmış sayılmışlardır.

Yukarıdaki temel konulara ilişkin tercihler kapsamlı bir şekilde gözden geçirildikten sonra ortaya ne kadar askere ihtiyaç olduğu ortaya çıkar. Daha sonra da bu asker ihtiyacımn nasıl karşılanacağı (maaşlı profesyonel, zorunlu, bedelli, kısa dönem vb) hususu incelenmelidir.

Lale Kemal, Taraf, 30 Ağustos 2010

31.08.2010


‘Sözel şiddet’ ile örülmüş bir referandum kampanyası

SİZ ne düşünürsünüz bilemem ama bana soracak olursanız, “referandum kampanyası”na hakim olan dil ve üsluptan bir yurttaş olarak hiç mi hiç memnun olmadığımı söylerim. Sandık başına giderek anayasa değişikliği hakkındaki kanuna “evet” ya da “hayır” diyecek olan biz yurttaşların siyaset erbabı tarafından miting meydanlarındaki kürsülerden bu derece “sözsel şiddet”e maruz bırakılmasını—deyim yerinde ise “terörize edilmesi”ni—bir demokrasiye hiç mi hiç yakıştıramıyorum.

Ahmet İnsel (Radikal) geçenlerde yayımladığı yazısında (“Taraf olma veya olmama hakkı”) hatiplerin miting alanlarından yurttaşlara yönelik yaptıkları çağrıyı bence de yerinde bir biçimde kavramsallaştırdı.

“Taraf olmama hakkı demokrasinin en temel kurallarından biridir. Taraf olabilme, hangi tarafta olduğunu açıklama hakkı kadar önemlidir. Taraf olmama hakkını ortadan kaldırmak, ilişkiyi mutlak bir dost-düşman veya daha ılımlı biçimde hasım-yandaş ikilemine hapseder. Bir ihtilafta, bir tartışmada veya bir çatışmada taraf olmamayı seçmenin sorumluluğu elbette vardır. Ama bu sorumluluk taraf olmaktan daha büyük değildir ve yaptırımı daha ağır olamaz.”

Bu paragrafta altı çizilmesi gereken birinci hususun, siyasetin “bir dost-düşman veya daha ılımlı biçimde hasım-yandaş ikilemi” olduğu muhakkak.

Benim “sözsel şiddet” olarak adlandırdığım durum da işte tam da siyasetin bu “dost-düşman” ilişkisine dönüştüğü zaman ortaya çıkıyor. İnsel, Başbakan’ın “taraf olmazsanız bertaraf olursunuz” şeklindeki sözlerini bu çerçevede yorumladıktan sonra şöyle devam ediyordu:

“Yandaş-hasım zıtlığını mutlaklaştırmak için bu zıtlığın dışında kalmayı gayrımeşru ilan etmek gerekir. Genellikle otoriter zihniyet yapısına sahip kişiler ve otoriter siyaset geleneği, en çok mutlak yandaşlık ve mutlak hasımlık konumları dışında kalanlardan rahatsız olur.”

“Söz” ve “şiddet”in siyaset bağlamında birbirini dışlaması, birbirinden haz etmemesi gerektiğini tekrarlamıyor muyuz? Oysa “referandum kampanyası” bize siyasetin “sözel şiddet” üzerinden nasıl yapılabildiğinin örneklerini gösteriyor.(...)

Kürşat Bumin Yeni Şafak, 30 Ağustos 2010

31.08.2010


Zafer tatili

27 Ağustos Cuma günü İstanbul boşaldı...

Niye?

Üç günlük tatil başladı da ondan...

İnsanlar hafta sonunu 30 Ağustos Zafer Bayramı tatili ile birleştirip, yazın son tatiline çıktılar...

90 yıl sonra halktaki bayram algısı bu...(...)

Peki ya, tatile çıkmayıp şehirde kalanlar...

Onlar da tören provaları yüzünden tıkanan trafiğe lanet okuyor...

Haksız da değiller... Artık 21. Yüzyıl’a özgü bayram kutlaması yapılmasının vakti geldi, geçiyor...

Bakın, bugün 30 Ağustos... Yine, Türk Yıldızları havadaki akrobasi gösterileri ile nefes kesecek... Yine, Şanlı Türk Ordusu tüm unsurları ile göğsümüzü kabartacak... Yine, tören alanına paraşütçüler inecek, filan...

Pardon, bir de tanklar geçecek...

En son... Sovyetler Afganistan’a tanklarla girmişti değil mi? 20 yıldan fazla oldu...

İkinci Dünya Savaşı arifesinde başlayan “silahlı” gövde gösterisi, hâlâ devam ediyor... Çok da haksızlık etmeyelim, bu konuda yalnız değiliz... Nostaljik törenleri sürdüren başka ülkeler de var...

20. Yüzyıl’ın dünya düzeni tarih oldu, biz alışkanlıklarımızı değiştirmedik...

Tıpkı “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganı gibi...

Bakalım o zaman:

Türk Ordusu, Avrupa’nın en büyük ve güçlü ordusu...

Peki, Türkiye Avrupa’nın en güçlü ülkesi mi?

Ekonomi, gelir dağılımı, özgürlükler, demokrasi, kültür-sanat vesaire... Listede kaçıncı sıradayız?

Demek ki, tek başına “Güçlü Ordu” ile olmuyor bu işler...

Ordumuz dünyada da sıralamaya giriyor... Çin, Rusya, ABD, Hindistan gibi ülkelerden sonra ilk 10 ülkenin içindeyiz... O arada, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin yüzölçümünü ve 1 milyarı aşan nüfuslarını da hesaba katacaksınız...

O zaman soru şu:

Silahlı gücümüz bir numara, neden ülkemiz değil?

Dünyadaki son gizli komünist ülke Türkiye de ondan...

Tarık Toros, Bugün, 30 Ağustos 2010

31.08.2010


Orduyu ideolojisiyle görmek

Genelkurmay Başkanlığı’ndaki devirteslim töreninde görevden ayrılan ve göreve gelen komutanların uzun, kapsamlı konuşmalarını dinlerken kendi kendime askerlik bir ideolojidir diyordum. Bu yeni olmayan, o kadar iyi bilinen siyaset bilim kuralını kendi kendime tekrarlıyordum. (...)

Böyle bakınca, problem, askerliğin bir ideoloji olması değil, askeri ideolojinin toplumsallaşması ve siyaset-askeriye ilişkisinde dengenin ikinciler lehine bozukluğudur.

Hiç kuşkusuz askerliğini belirli bir dünya görüşüne ve tartışılsa bile düşünsel bir derinliğe oturtmaya çalışan Orgeneral Başbuğ’ un da, Orgeneral Koşaner’in de konuşması bu çerçevede hâlâ çok “bize özgü” bir dokuya ve içeriğe sahipti. Her iki komutan da uzun konuşmalarında Türkiye’nin neredeyse tüm siyasal sorunlarına değiniyor, bunları kurumlar düzeyinde tahlil ediyor, nihayet kendi görüşlerini öne çıkarıyordu. Her iki konuşma da bir politika deklarasyonu içeriyordu. Bu yaklaşım ister istemez basınla, aydınlarla, kurumlarla çatışmaları ve gerginlikleri kapsıyordu.

Bu konuşmaları izleyince ve irdeleyince yakın dönemin Türk siyasal ve toplumsal yaşamının anatomisini çıkarmak mümkündü. Kendisine özgü tarihsel konumunu muhafaza etmeye çalışan, ideolojisini toplumsallaştırmayı öngören, siyasal olayların kendi istediği şekilde biçimlenmesine çalışan bir yaklaşım o konuşmalarda somutlaşıyordu ve itiraf etmek gerekir ki, katıydı.

Bu katılık bize sadece yakın geçmişi değil yakın geleceği de çiziyordu. Öyle anlaşılıyor ki, ordu, bulunduğu konumu, geçmişte taşıdığı ağırlığı, oynadığı rolün etkinliğini korumaya çalışacaktır. Eğer bu arada kurmaylığın bir gereği olarak gerek dünya konjonktüründe gerekse iç politikada meydana gelen etkileri ve sonuçlarını yeterince algılayamazsa ordu, önümüzdeki kısa erimde daha sık ve yoğun bir çatışmanın ortaya çıkacağı besbellidir. Hele devam eden davalar nedeniyle muvazzaf ve mütekait komuta kademesinin bir ölçüde sarsılması bu öngörünün bir başka mesnetidir.

Bunun hoş, güven verici, rahat bir durum olduğunu söylemek mümkün olmadığına göre çarenin demokrasi olduğunu, demokrasinin ordusuna dönüşmek olduğunu söylemek herhalde malumu ilam niteliği taşır mı?

Hasan Bülent Kahraman,

Sabah, 30 Ağustos 2010

31.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.