"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Abdülkâdir Geylânî (ks) ve Bediüzzaman (ra)

Abdülbakî ÇİMİÇ
01 Mayıs 2017, Pazartesi
Asıl adı Muhyiddin Ebu Muhammed Abdülkadir b. Ebi Salih Musa Zengidost el-Geylânî’dir.

Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî 470’te (1077) Gilân eyalet merkezine bağlı Neyf Köyü’nde doğdu. Babası Ebu Salih Mûsa dindâr bir kimse olduğu gibi, devrin tanınmış sûfîlerinden Ebu Abdullah Savmâi’nin kızı olan annesi Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbar Fatıma da kadın velilerden kabul edilir. Dedesi Savmâî’nin himâyesinde büyür ve tahsiline devrin ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’ta devam eder. Küçük yaşta babası vefat eden Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî, annesinin yanında ve dedesinin himâyesinde büyür. Çocukluğundan itibaren en büyük gayesi, dönemin ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’ta tahsil görmekti. On sekiz yaşına gelince annesinden izin alarak Bağdat’a gitti (1095). Burada ünlü âlimlerden ders aldı ve kısa bir süre zarfında mezun olduktan sonra kendisine tahsis edilen medresede hadîs, tefsîr, kırâat, fıkıh, nahiv derslerini okutmanın yanı sıra, halkı da irşâd etmekle meşgul oldu. Bir süre sonra yirmi beş yıl sürecek olan inzivaya çekildi. Bu sırada, kırk gün boyunca hiçbir şey yemediği anlar oldu. İnziva döneminin sonunda, oğluyla beraber hacca gitti. 561’de (1165-66) Bağdat’ta vefat etti.

Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî baba tarafından soyu Hz. Hasan’a (ra) dayanmaktadır. “İşte, bak: Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktaplar, hususan Aktab-ı Erbâa ve bilhassa Gavs-ı Azam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî; ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelabidin ve Cafer-i sadık ki, her biri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp, envar-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-ı îmâniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.”1 Çünkü Abdülkâdir Geylânî (ks) Hazretleri yerde iken Arş-ı Azamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa eden keskin nazar ve gaypbîn gözleri bulunan bir aktap ve evliya-i azîmedir. Gavs-ı A’zam Şah-ı Geylânî (kuddise sirruhu’l-âlî) Hazretleri’nin eserlerinde gaybî ve mânevî ihbarlar vardır. “Gavs-ı Azam Hazretleri’nin keramet-i gaybiyeleri, sarahaten Üstâdımız Saîd Nursî Hazretleri’ni göstermektedir.”2 Ve “Gavs-ı Azam (ks) kerametkârâne ondan haber verip tercümanını teşci etmiştir.”3 

Risâle-i Nur’un müellifi ve hâdimi ve tercümanı olan Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, Allah’ın abdi, İmam-ı Ali’nin mânevî veledi ve Gavs-ı A’zam’ın mürididir. Hakk’ın nusreti, Şah-ı Velâyet’in himmeti ve Abdülkadir gibi bir sultanın muaveneti ile müeyyed ve mükerremdir. ”Hatta İmam-ı Ali Radıyallahü Anh ve Gavs-ı Azam (ks) gibi bazı evliyanın ilham-ı İlâhî ile bu zamanımızda Kur’ân-ı Hakîm’in mu’cize-i mânevîyesinin bir âyinesi olan Risâle-i Nur’un hakîkatine ve halis talebelerinin şahs-ı manevîsine işaret-i gaybiye ile haber verdikleri”4 bilinmektedir.

“Kur’ân-ı Hakim, otuz üç âyâtının i’cazkâr işaretiyle, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh Celcelûtiye ve Ercûze’sinde kerametkâr delâlâtiyle, Gavs-ı Âzam (kuddise sırruhu), beşaretkâr beyanatiyle, Üstâdımızın hakîkî tercüme-i halini ve Risâle-i Nur’un hakîkî mahiyetini beyan etmişler.”5 Bediüzzaman Hazretleri de bir zamanlar “Boğaz tarafındaki Sarıyer’de, bir halvethane kendime buldum. Gavs-ı Azam (ra) Fütuhu’l-Gayb’ıyla bana bir üstâd ve tabip ve mürşit oldu.”6 Bu üstâd ve mürşid vaziyeti şöyle tahakkuk eder: “Bundan otuz sene evvel, Eski Saîd’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi, el-mevtü hakkun kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halâskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî Radıyallahu Anhın Fütuhu’l-Gayb namındaki kitabıyla tefe’ül etti. Tefe’ülde şu çıktı: ”Sen dârü’l-hikmettesin; önce, kalbini tedavi edecek bir tabip ara.” Aciptir ki, o vakit ben Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzâsı idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir. İşte, Hazret-i Şeyh bana der ki: “Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara.”Ben dedim: “Sen tabibim ol.” Tuttum, kendimi ona muhatap addederek, o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra, ameliyat-ı şifakârâneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstâdımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münâcâtını dinledim, çok istifaza ettim.”7

“Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece harika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: “Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylânî’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vahhâbînin müfrit kısmı dahi Hazret-i Şeyhi inkâr edemiyorlar. Evliya, onun derece-i celâletine yetişmediği bütün ehl-i tarikatça teslim edilmiştir. İşte böyle güneş gibi bir mu’cize-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, yüksek ve sönmez bir bârika-i İslâmiyet olan bir zât-ı nuranînin, gayb-âşinâ nazarıyla asrımızı görüp, böyle bir keramet izhariyle teselli verip teşci etmek şe’nindendir. Acaba hiç mümkün müdür ki, “Sultanü’l-Evliya” makamını ihraz etmiş ve hamiyet-i İslâmiye ile zamanındaki padişahları titretmiş ve kuvve-i kudsiye ile mazi ve müstakbeli hazır gibi izn-i İlâhî ile görmüş ve mematında dahi hayatındaki gibi dâimî tasarrufu bulunduğu tasdik edilmiş olan bir kahraman-ı velâyet, bu asrımıza ve bu asır içindeki kemal-i acz ve zaaf ile Kur’ân’ın hizmetinde çalışan ve insafsız düşmanların hücumuna mâruz ve teselli ve temine muhtaç biçare, Kur’ân’ın hâdimlerine ve talebelerine lâkayt kalabilir mi? Hiç mümkün müdür ki, bizimle münasebettar olmasın? Sekiz, dokuz, belki on beş kuvvetli delilden kat-ı nazar, ednâ bir işaret kelâmında bulunsa, bize baktığına delâlet eder; hafî bir işaret etse kâfidir. Çünkü, makam iktiza ediyor, mutabık-ı mukteza-yı hâldir ve münasebet kavîdir.”8

Dipnotlar:

1- Mektubat, 2013, s. 173.

2- Barla Lâhikası, 2013, s. 353.

3- Mektubat, 2013, s. 790.

4- Şuâlar, 2013, s. 635.

5- Kastamonu Lâhikası, 2013.

6- Lem’alar, 2013, s. 530.

7- Mektubat, 2013. 

8- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 2013, s. 261. 

Okunma Sayısı: 6381
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Fatih

    8.2.2018 12:22:20

    Ümmet-i Muhammedin Sağlık Sıhhat ve Selamet-i İlay-ı Kelimetullah istikametinde Rabbimizin bizi İstihdamı için.... Muhammed Mustafa (Sav) Nebi Resul arkadaşları Al-i Beyt Güzin tabiin tebei Tabiin Abdülkadir Geylani, Üstadımız ve üzerimizde hakkı olan din kardeşlerimizin Ruhu için 1 Fatiha 11 İhlas....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı