"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ey tâlib-i hakîkat!

Abdülbakî ÇİMİÇ
22 Aralık 2014, Pazartesi
En güzeli budur” mu? Yoksa “Güzeli budur” mu?

Bediüzzaman Hazretleri “Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilâfı çıkarma” der. Çünkü hak bulunmuştur, daha çok ve daha fazla hak aramaya kalkan muayyen olmayan bir hak arayışına kalkmış olur. Böylece bulduğu yeni hak ile de iktifa etmeyip ihtilâfa düşmüş olacak ve ilk bulduğu hakkı da kaybedecektir. Halbuki hakta sebat etmek bir mü’minin en mümeyyiz sıfatı olmalıdır. Üstad Hazretleri’nin ikazı şöyle devam eder: “Ey tâlib-i hakikat [hakikati isteyen, arayan)! Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”1 Madem hak ve hakikate talibiz. O halde hakta ittifak etmek gerekir. Yoksa daha fazla hak arayışı, ihtilâfa açılan yolların mukaddimesi olur. Böylece haktaki ittifak kaybolduğu gibi, yeni hak arayışları ihtilâfı netice vermiş olur. Bu marazın çare-i yegânesi meşveretle bulunan hakla iktifa etmektir.

Bilindiği üzere İslâmiyet, selm (barış) ve müsalemettir (emniyet ve güven içinde yaşamaktır); dahilde nizâ ve husûmet istemez. Bunun içindir ki âlem-i İslâmın hayatı ittihattadır. Birlik ve beraberliktedir. Kalblerin maksatta ittifak etmesindedir. O halde ittihad isteyen âlem-i İslâmın düsturu da şu olmalıdır: “‘Hüve’l-hakku’ [Sadece o haktır] yerine ‘hüve hakkun’ [O haktır] olmalı; ‘hüve’l-hasen’ [Sadece o iyidir) yerine ‘hüve’l-ahsen’ (O en iyidir) olmalı. Her Müslim kendi meslek, mezhebine demeli: ‘İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.’ dememeli: ‘Budur hak; başkaları battaldır. Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir.’”2 

Görüldüğü üzere hakkımız “hüve hakkun” veya “hüve’l-ahsen” demektir. Yani “O haktır” veya “O en güzelidir diyebiliriz.” Mesleğimiz veya meşrebimiz için “O haktır” veya “O en iyisidir” demeye hakkımız vardır. Ancak “Hüve’l-hakku” veya “hüve’l-hasen” demeye hakkımız yoktur. Yani “Sadece o haktır” veya “Sadece o iyidir” demeye hakkımız yoktur. “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur.”3 Çünkü mesleğini hak ve en iyi görmeyen o meslekte hizmet edemez. “O en iyidir” diyen kişi, hakkı inhisar altına almış olmaz. Çünkü en iyinin altında iyi, daha iyi, az iyi gibi izafî dereceler vardır. Ancak “Sadece o iyidir” denildiğinde bu dereceler ortadan kalkar ve inhisarcılık ortaya girer. Bu hâl, hakkı tekelci bir anlayışa hasretmektir. Bunun içindir ki “Yalnız hak benim mesleğimdir” demeye hakkımız yoktur. “’Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır’4 sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan (batıllık) ile mahkûm edemez.”5 düsturunu nazardan kaçırmamak lâzımdır.

Bediüzzaman Hazretleri Tuluat’ta bu meseleye bir de şöyle izah getirmiştir: “Sebeb-i ihtilâf-ı muzır, ‘Bu haktır’ düsturu yerine ‘Yalnız hak budur’; ve ‘En güzeli budur’ hükmü yerine, ‘Güzeli budur’ hükmü ikame edilmiştir.6 

Bu noktayı Yirminci Lem’a’da Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah etmektedir: “Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır,’ yahut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veyahut ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.”7 

“Bu haktır” dediğimizde bir hakkı kabul etmiş oluyoruz. Başkaları da böyle bir hak kabulüne sahip olabilir. Nasıl ki güneş benim lambamdır desem, bu sahiplenme başkalarının güneşi sahiplenmesine zarar vermiyor ise; aynen öyle de “Bu haktır” düsturunu rehber etmek, başkalarının da kendi mesleğine “Bu haktır” demesine mani teşkil etmez. Ancak “Yalnız hak budur” dediğimizde başkalarına hak hakkı tanımamış oluyoruz. Böylece inhisar altına alınamayan güneşi bir nevî sadece kendisine hasr-ı nazar ettiğini zanneden zihniyet-i inhisar hem kendisine, hem de başkalarına zarar vermiş oluyor. Halbuki Bediüzzaman Hazretleri “Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz.”8 demiştir. 

Belki burada “En güzeli budur” hükmü yerine, “Güzeli budur” hükmü üzerinde de kısaca durma lüzumu vardır. Zahirde bir tenakuz var zannolunan bu hükümlerde hakikatte tam bir münasebet ve insicam vardır. “Güzeli budur” hükmü yine hakkı inhisar zihniyetine almaktır. Burada hak kayıtlanmış ve tek bir hüküm haline getirilmiştir. Hak sadece “Güzeli budur” diyenin mesleğine münhasır kılınmıştır. Bunun yerine “En güzeli budur” demeye hakkımız vardır. “En güzeli budur” dediğimizde biz kendi mesleğimizi ve meşrebimizi en güzel görmüş olur, böylece başkalarının mesleğini butlan ile itham etmiş olmayız. Çünkü “En güzeli budur” hükmü altında hak olan “güzel, az güzel, daha güzel …” gibi hak hükümler olabilir. Bir başkası da kendi mesleği için “En güzeli budur” diyebilir ve diğer meslekleri de “güzel, az güzel, daha güzel…” gibi hükümlerle tasvîb edebilir. Böyle bir bakış açısında zihniyet-i inhisar olmaz. Netice itibarıyla da niza da çıkmaz. Çünkü hak inhisar altına alınmamış olur.

Netice-i Kelâm:

Eğer desen: “Tasvirden anlaşılır ki, taaddüd-ü mesalik (mesleklerin çok olması) ve ihtilâf-ı turuk (yolların ve usûllerin farklı olması) matluptur (istenilen, taleb edilen şeydir).”

Cevap: Evet, matluptur. Hem zarûrîdir. Eğer hodgâmlıktan (bencillikten) neş’et eden inhisar (tekelci) zihniyetiyle başkaların reddine kalkışırsa, elbuğzu fillâhı (Allah için buğz etmeyi) su-i istimal ederse, o vakit ihtilâf zarardır. Yoksa el-hubbu fillah (Allah için sevmek) düsturunu esas tutsa, tekâmülde teavün (yardımlaşma) kanununu bilse, şeriatın vüs’atini, tabipliğini düşünse, ihtilâf imtizaca (kaynaşmaya, mutabık olmaya) sebep olur.

Elhasıl: Herkes kendi mesleğine “Hüve hakkun (o haktır)” demeli, “Hüve’l-hakk (sadece o hak)” dememeli. Veyahut “Hüve’l-ahsen (o en iyidir)” demeli, “Hüve’l-hasen (sadece o iyidir)” dememeli.9

Dipnotlar:

1- Sözler (Lemeât), 2006, s: 1170.
2- Sözler (Lemeât), 2006, s: 1170.
3- Mektubat, 2006, s: 446.
4- Ali Mâverdî, Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn, s.10; Dîvânü’ş-Şâfiî, s. 91.
5- Mektubat, 2006, s: 447
6- Eski Said Eserleri (Tuluat), 2009, s: 569.
7- Lem’alar, 2006, s: 375.
8- Mektubat, 2006, s: 116.
9- Eski Said Eserleri (Rumûz), 2009, s: 509-510.

Okunma Sayısı: 4295
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • iseyda

    22.12.2014 23:46:16

    Sayin hocam Teşekkürler ikazlarıniz için. Özellikle köşe yazılarımizda ve sosyal medya paylasimlarimizda hatirdan cikarmamiz gereken dusturlar bunlar.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı