"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kâinat, insan ve namaz ekseninde

Ahmet DEMİRDÖĞMEZ
16 Nisan 2015, Perşembe
Çağımızın en müessir Kur’ân tefsiri ve Kur’ân’ın bir nevi i’cazı olan Risale-i Nur, neşrettiği hakikatlerle insanlığı inançsızlık tehlikesinden kurtararak, bütün şüphe ve vesveseleri izale edip, yaratılışın hakiki mahiyetini ve sebebini keşfedip, herkesin anlayacağı bir şekilde izah etmiştir.

Risale-i Nur’un her hakikati bir hayat rehberidir. Her bahsi, hayatın bir nurudur. Her bir risalesi ebedî saadetin bir anahtarıdır. Bu yazımızda o saadet anahtarlarından biri olan “Hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-i salâtın [namaz hakikatinin] rumuzunu”1 en güzel şekilde fehmettiren ve izah eden On Birinci Söz’den bahsetmek istiyoruz.

Bazı kardeşlerimizle beraber okuyup üzerinde müzakere yaptığımız On Birinci Söz’ün son derece derin mana ve hakikatleri havi olduğunu anladık. Hakikaten On Birinci Söz, Risale-i Nur’un çok mühim, köklü bir risalesidir. Çünkü bu risale kâinatın ve insanın yaratılış sebebini ve namazın hakikatini anlatmaktadır.

Birçok risalede olduğu gibi, bu risalede de hakikate temsil dürbünüyle bakılmakta veya temsil merdiveniyle çıkılmaktadır. Temsilde, muhteşem bir Sultan var; kendini görmek ve göstermek ve tanıttırmak sırrınca son derece güzelliklerle donatılmış muhteşem bir saray yaparak envaî çeşit nimetle dolu sofralar kurup, memleketin her tarafındaki ahalisini seyir, gezi ve ziyafete dâvet edip; bir Yaver-i Ekremini de sarayın hikmetlerini ve müştemilatının manalarını bildirecek şekilde üstad ve tarif edici tayin etmiş. O üstad, en büyük dairede şakirtleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor, diyor ki: “Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor; siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.’ Daha bunun gibi, ona ve o makama münasib sözleri seyircilere söyledi.”2

Evet, temsildeki sultan, Cenâb-ı Hak’tır. Defineleri esma-i İlâhiyedir. O saray ise, içinde bulunduğumuz âlemdir. Ahali de, cin, ins ve hayvanattır. Yaver-i Ekrem, Efendimiz Hazret-i Muhammed’dir (asm). Avaneleri de enbiyalardır. Şakirtleri, evliya ve asfiyalardır. Tebligatı, Kur’ân-ı Hâkimdir.

Temsilde saray olan bu âleme dâvet edilen misafirlere saray sahibi, zülcenaheyn olan resulü vasıtasıyla gönderdiği tebligatla arzularını ve razı olacağı şeyleri istemektedir. Bu tebligattan sonra iki güruha ayrılan misafirlerin birinci güruhu, “Ehl-i imandır ki, kitab-ı kâinatın âyâtının müfessiri olan Kur’ân-ı Hâkimin şakirtleridir. İkinci güruh ise, ehl-i küfür ve tuğyandır.” Birinci kısım olan “Bahtiyar cemaat, o Resulü dinleyip, Kur’ân’a kulak verdiler. Kendilerini enva-ı ibadatın fihristesi olan namaz ile birçok makamat-ı âliye içinde çok lâtif vazifelerle telebbüs etmiş gördüler.”3

Namazın çok büyük ve cami bir ibadet yani “bütün ibadatın envaını şamil bir fihriste-i nuraniye ve bütün mahlûkatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiye”4 olduğunu belirten On Birinci Söz, “şu kâinata geldikten sonra, iki cihet ile ubudiyeti olan ve bir ciheti, gaibane bir surette bir ubudiyeti, bir tefekkürü; diğeri, hazırane muhataba suretinde bir ubudiyeti, bir münacaatı olan insanın”5 bu iki cihet ubudiyeti namaz vasıtasıyla ifa edeceğini belirtmektedir. 

Bununla beraber, namazla, insanın birçok yüce makam içinde çok büyük vazifelerle vazifelendiğine dikkat çeken On Birinci Söz, o makam ve vazifeleri de kısaca şu şekilde beyan etmektedir:

1- Temaşager makamında, tesbih ve tahmid vazifesi.

2- Dellâllık makamında, takdis ve tahmid vazifesi.

3- Tadıp anlamak makamında, şükür ve sena vazifesi.

4- Tartıp bilmek makamında, tenzih ve medih vazifesi.

5- Mütalâa makamında, tefekkür ve istihsan vazifesi.

6- Temaşa ve tenzih makamında, muhabbet ve iştiyak vazifesi.   

On Birinci Söz, bahtiyar insanın “O Rabbülâlemînin ulûhiyetinin izharına karşı, zaaf içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlarını ilandan ibaret olan ubudiyetle ve ubudiyetin hülâsası olan namaz ile mukabele”6 edeceğini bildirip, kısaca şu mesajı vermektedir: “Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı a’lâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir.”7

Böylece, insanın aslî vazifesi olan küllî ibadeti de içine alan namazın ne derece kıymettar paha biçilmez bir ibadet olduğu daha net anlaşılmaktadır. Çünkü “Bir nevi mi’raç hükmünde olan namazın hakikati, mahz-ı rahmet olarak Zat-ı Celil-i Zülcemal ve Ma’bud-u Cemil-i Zülcelal’in huzuruna kabuldür. Manen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubudiyete veya küllinin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olmaktır. Ve insanın terakkiyat-ı maneviyeye ve cüz’iyyattan devair-i külliyeye çıkmasına bir işarettir.”8

İnsanın “velev hissetmezse bile namazı, büyük bir velinin namazı gibi, şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır—velev şuur taalluk etmezse—fakat derecata göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır.”9

“İnsana, sermaye-i ömür ve cihazat-ı insaniye, mezkûr vezaif için verilmiştir.”10 hakikatine dikkat çeken On Birinci Söz, insana verilen ömür ve maddî manevî organlarımız olan sermayenin, “şu hayat-ı faniyede, nefs-i rezilenin, hevesat-ı süfliyenin tatmini için ve hayvan gibi hayat-ı dünyeviyeyi kazanmak için verilmediğini”; “belki vücudumuzda şunların yaratılması ve fıtratımızda bunların gaye-i idhali, iki esas olduğunu”, “Biri: Cenâb-ı Mün’im-i Hakikinin bütün nimetlerinin her bir çeşitlerini bize ihsas ettirip şükrettirmekten ibaret” olduğunu, “İkincisi: Âleme tecelli eden Esma-i kudsiye-i İlahiyenin bütün tecelliyatının aksamını, birer birer bize o cihazat vasıtasıyla bildirip, tattırmak olduğunu ve bu iki esas üzerine, kemalat-ı insaniye neşv-ü nema bularak, bununla insanın insan olacağını”11 beyan etmektedir.

On Birinci Söz, bu manalar ışığında “hayatımızın gayesini ve hayatımızın mahiyetini, hem hayatımızın suretini, hayatımızın sırr-ı hakikatini, hem hayatımızın kemal-i saadetini”12 kısaca, “nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek ve nimetler içinde imdadat-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i Rabbaniyenin mu’cizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmek”13 olarak formüle etmektedir. Çünkü son derece cami bir varlık olan ve “bütün âleme tecelli eden esmanın nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyetle Zât-ı Ehad-i Samed’e âyinelik eden”14 ve “Esma-i İlâhiyeye ait garaibin fihristesi, hem şuun ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyası, hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı, hem bu âlem-i kebirin bir listesi, hem şu kâinatın bir haritası, hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi, hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudata serpilen ve evkata takılan kemalâtının bir ahsen-i takvimi”15 olan insana yakışan da budur. Hem çünkü “İnsan öyle bir nüsha-i camiadır ki, Cenâb-ı Hak bütün esmasını insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.”16 Öyleyse, “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.”17

Bu sebeple, “insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe’, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.”18

Velhasıl:

On Birinci Söz’den özet olarak şu mesajı ve müjdeyi almaktayız: “Şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra Allah, mü’minlerin imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma dâvet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve beka verdi. Çünkü ebedî ve sermedî olan bir cemalin seyirci müştakı ve âyinedar âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir. İşte Kur’ân şakirdlerinin akibetleri böyledir. Cenâb-ı Hak bizleri onlardan eylesin, âmîn!”19

Çok derin manaları ihtiva eden On Birinci Söz’ü bir makaleyle anlatmak elbette mümkün değildir. Niyetimiz ve arzumuz bu bahr-i ummandan az da olsa istifade etmektir. En iyisi bu deryaya herkesin bizzat dalmasıdır. Allah istifade ve istifaza etmeyi bahşetsin ve bu paha biçilmez Kur’ânî hakikatlere vesile olan Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden de ebediyen razı olsun. 

Dipnotlar: 1- Sözler 197, 2- age.199, 3-age.203, 4- age.72, 5-age. 526, 6- age.207, 7- age.417, 8- age.324, 9- age. 432, 10-age. 208, 11- age.208, 12- age. 209, 13- age. 520, 14- age.212, 15- age. 211, 16- age. 1119, 17- age.1121, 18- Mektubat 57, 19- Sözler 207.

Okunma Sayısı: 2587
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • AHMET AYDIN

    16.4.2015 13:06:51

    Amiin elfü elfi amin .Allah razı olsun kardeşim. çok güzel olmuş. sizi tebrik ediyorum. Bu tür çalışmalarınızın devamını merakla bekliyoruz. münazaralı dersinizin notlarını bu şekilde e-mail den bana gönderebilirseniz çok memnun olurum. Rabbim gayretlerimizi arttırsın.ve bizi istikametten ebeden ayırmasın inşallah.

  • hasan Muharrem okur

    16.4.2015 00:50:57

    Allah razı olsun

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı