"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Neden, Bediüzzaman ve Risale-i Nur? - 2

Ahmet DEMİRDÖĞMEZ
14 Temmuz 2018, Cumartesi
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, nuranî cemaatiyle, cihanşümul eserleriyle beşeri, dünyevî-uhrevî saadete sevk edecek, dünya barışının teminine ve “bu zamanın farz vazifesi olan İttihad-ı İslâm” sur’unun tesisine vesile olacaktır.

Çağımızın nuranî zatının hasiyeti çok yüksek ve camidir. Çünkü “bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.” (Kastamonu Lâhikası) bu sebeple, ahir zamanda gelecek olan zatın bütün bu vasıflarla muttasıf ve vazifelerle de salâhiyetli olacağı şüphesizdir. Evet, bütün müceddidlerin, kutupların, Mehdilerin, mürşidlerin en büyüğü ve bu manevî komutanların komutanıdır. Muslih, Müceddid, Halife-i zîşan, Kutb-u azam, Mürşid-i ekmel, müçtehid, hâkim sıfatlarıyla muttasıf olan bu zat-ı nuranînin, yani Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin başlıca iman, hayat, şeriat, olmak üzere siyaset, saltanat, cihad ve diyanet gibi alanlarda çok vazifeleri vardır. 

Meselâ siyaset âleminde; menfî siyaset olan ırkçılığa, dinciliğe ve dinsizliğe dayanan siyaseti men etmiş; siyasette muktesit meslek dediği müsbet siyaset ve demokratlık esaslarını çağımıza kazandırarak bu alanda çığır açmıştır. 

Saltanat âleminde; hakikî hürriyet, hakikî adalet, meşveret-i şeriyye, ahlâk ve fazileti öne çıkararak insanlığa en doğru ve istikametli yolu göstermiştir. 

Cihad âleminde de; cihadın artık maddî değil manevî olacağını beyan etmiştir. 

İmanî sahada ise; bütün mesaisini iman üzerine teksif edip, her nevi dinsizlik cereyanlarına karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görerek insanlığın ebedî saadetinin en ehemmiyetli mesele olduğunu belirterek, iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda ve bütün dünyada neşretmiştir. 

Diyanet âleminde de; âlem-i İslâm’ın ve Asya kıt’asının hâl-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeğe vesile olan Risale-i Nur gibi cihanşümul hakikatleri ibraz etmiştir. 

Hayat âleminde ise; Peygamberimiz’in (asm) hilâfeti ünvanıyla, bir nevi beşinci halife olarak İslâmî şeairi ihya etmiştir. Âlem-i İslâm’ın birliğini dayanak noktası yaparak beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve İlâhî gazaptan kurtarmaya çalışmıştır. 

Şeriat âleminde ise; zamanın değişmesiyle yanlış uygulamalarla zedelenen birçok Kur’ânî hükümleri ve Şeriat kanunlarını ilân ve ihya ve icra etmiştir.

Özet olarak; Üstad Bediüzzaman Hazretleri, nuranî cemaatiyle, cihanşümul eserleriyle beşeri, dünyevî-uhrevî saadete sevk edecek, dünya barışının teminine ve “bu zamanın farz vazifesi olan İttihad-ı İslâm” sur’unun tesisine vesile olacaktır. Velhasıl, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin mahiyetini iyi bilmek için Risale-i Nur’u anlamak gerekiyor. Risale-i Nur’u anlamak için de Üstad Bediüzzaman’ı tanımak gerekiyor. “Hülâsa olarak arz ederiz ki: Bediüzzaman, ihlâs-ı tâmmeye mâlik, hârikulâde, hakikî bir müfessir-i Kur’ân’dır. Hem ihlâs-ı etemme vâsıl olmuş, kahraman ve yekta bir hâdim-i Kur’ân’dır. Risale-i Nur’un müellifi olmak itibarıyla; hem bir mütekellim-i a’zamdır, hem ilimde gayet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkik ve müdakkik bir allâmedir, hem ilm-i Mantık’ın yüksek, nazirsiz bir üstadıdır. Ta’likat namındaki te’lifatı, Mantık’ta bir şaheserdir. Hem mümtaz ve hakperest ve hakikatbîn bir dâhîdir, hem Kur’ân’la barışık müstakim felsefenin hakikatperver bir feylesofudur, hem nazirsiz bir sosyolog (içtimaiyatçı) ve bir psikolog (ruhiyatçı) ve bir pedagogdur (terbiyeci), hem daima hakikat terennüm etmiş ve eden, yüksek ve emsalsiz ve dâhî bir müellif ve dibdir.” (Sözler)

“Bu vatana ve millete hiç zarar etmeyip pek çok menfaati dokunan; ezcümle Mart İhtilâli’nde isyan eden sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve çok zabitleri kurtaran ve harekât-ı milliyede Hutuvat-ı Sitte Risalesi ile ulemayı ve Şeyhülislâmı, İstanbul’u işgal eden ecnebi taraftarlığından kurtaran ve eski Harb-i Umumî’de merhum Enver Paşa’nın çok takdir ve tahsini ile fedakârane hizmet eden ve üç dehşetli kumandanlar ona hiddet ettikleri halde ilişmeğe cesaret edemeyen ve gizli zındıkların iftiralarına binaen kanunlar onu mes’ul ettiği halde, üç mahkeme onun takib ettiği hakikata karşı mağlûb olup, mahkûmiyetine cesaret etmeyen ve Risaleleri ehl-i fen ve ehl-i ilim yanında çok takdir ve tahsinlerle karşılanan ve o Risaleler hesabına konuşan bir adamı bir saat dinlemeniz, vazifeniz itibariyle elzemdir ve vâcibdir.” (Emirdağ Lâhikası) diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin, sadece Hutuvat-ı Sitte Risalesi’yle Anadolu ve İstanbul’un işgalden kurtulması. İsyan eden Sekiz taburu itaate getirmesi. Yüz bin kişinin katıldığı talebe mitingini yatıştırması. Hamalların isyanını önlemesi. Bir makaleyle elli bin kişinin ittihad-ı Muhammediye cemiyetine katılmasına vesile olması, Gazetelerde yazması, meşrûtiyet ve hürriyeti savunması ve ittihad-ı İslâm’ın tesisi için çalışması bile onun üstün mahiyetini ortaya koymaktadır.

RİSALE-İ NUR’UN TELİF SEBEBİ:

Risale-i Nur’un çağımıza lutfedilmesinin ve Üstad Bediüzzaman Hazretleri eliyle telif edilmesinin en mühim sebeplerinden birisi, zındıka komitelerinin dinsizliği yaymak uğruna yüce dinimizi ve imanımızın esaslarını çürütmek planlarına karşı set çekmek ve her nevi dinsizliğin belini kırmak içindir. Ehl-i zındıkanın, yıllardan beri programladıkları ve her daim güncelledikleri “Ya Kur’ânı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.” veya “Din öldürülecektir” gibi dünyada Deccalizm, Türkiye’de Süfyanizm ünvanıyla devam eden dehşetli planlarını bozmak ve akamete uğratmak için Risale-i Nur telif edilmiş, başta ülkemiz ve âlem-i İslâm olarak bütün insanlığın imdadına merhamet-i İlâhiye tarafından gönderilmiştir. “Ecnebi parmağıyla idare edilen zındıka komiteleri, İslâmiyet’i imha için, İslâm memleketlerinde, bilhâssa Türkiye’de, öyle desiselerle entrikalar çevirmişler, haince dolaplar döndürmüşler, hunharane ve vahşiyane zulümler irtikâb ve şeytanî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalatta bulunmuşlar; iblisane, sinsî metodlar takib etmişler ve kardeşi kardeşe çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslâm’ın bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribatlar yapmıştır. Fakat o musîbetler, Cenâb-ı Hakk’ın imdadı ile tahrik ve istihdam olunan Bediüzzaman Said Nursî gibi, ihlâs-ı tâmmı kazanmış olan bir zât vasıtasıyla, rahmet-i İlâhî ile mededres ve şifaresan ve cihanpesend ve cihanşümul bir mahiyeti haiz Risale-i Nur eserlerinin meydana gelmesine sebeb olmuştur.” (Sözler)

Merhum Zübeyir Gündüzalp’in bu husustaki tesbiti çok mühim ve dikkat çekicidir. Diyor ki: “Bu asırda din ve İslâmiyet düşmanları, evvelâ imanın esaslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, programlarının birinci maddesine koymuşlardır. Hâlbuki imanın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şübhe veya inkâr, dinin teferruatında yapılan lâkaydlıktan pek çok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki; şimdi en mühim iş, taklidî imanı tahkikî imana çevirerek imanı kuvvetlendirmektir, imanı takviye etmektir, imanı kurtarmaktır. İmanın rükünlerinden en mühimmi, İman-ı Billah’tır; Allah’a imandır. Sonra Nübüvvet ve Haşir’dir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; iman ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı; iman ilmidir. İman, yalnız icmalî bir tasdikten ibaret değildir. İmanın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir iman, hususan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî iman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imanı elde eden bir kimsenin, iman ve İslâmiyet’i dehşetli dinsizlik kasırgalarına da maruz kalsa, o kasırgalar bu iman kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imanı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi, bir vesvese veya şübheye düşürtemez. İşte bu hakikatlara binaen, biz de tahkikî imanı ders vererek, imanı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur’ân ve iman hakikatlarını câmi’ bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat’iyyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musîbetler içine düşmek, şübhe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân-ı Hakîm’in imanî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerimelerini tefsir eden yüksek bir Kur’ân tefsirine sarılmaktır. Hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara ve beşeriyete Kur’ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur eserleri olduğu kanaatına vardık. Bizimle beraber, bu hakikata Risale-i Nur’la imanını kurtaran yüzbinlerle kimseler de şahiddir.” (Sözler)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de, bu manada yegâne çarenin Risale-i Nur olduğunu, başka şeylerin bilhassa siyasetin çare olmadığını şöylece ifade etmektedir: “Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılâb eder.” (Lem’alar)

Üstad Bediüzzaman Hazretlerine Risale-i Nur’un yazdırılmasının en mühim sebebi şudur:

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Van’daki ikameti esnasında, âlem-i İslâm’ın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müdhiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi: İngiliz Meclis-i Meb’usanında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta: Bu Kur’ân, İslâmlar’ın elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız, diye hitabede bulunmuş. İşte bu müdhiş haber, onda tarifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır. (Tarihçe-i Hayat )

 

Okunma Sayısı: 3843
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı