"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Belâğat ve beyanın felsefesi

Ali FERŞADOĞLU
19 Temmuz 2016, Salı
Belâgatın hayat düğümü, tâbir-i diğerle beyanın felsefesi veyahut şiirin hikmeti ise, harici kanunların ve mukayeselerin misallendirilmesi, resmedilmesi, canlandırılmasıdır. Şöyle:

Harici hakikatlerin kanunları temsilî kıyas, yâni, görünen bir şeyi, görünmeyen bir şeyle kıyas yönüyle ve deveran yoluyla ve vehmin/zihnin tasarrufuyla şairane olan mâneviyat ve ahvalde yerleştirmektir. Demek ayna gibi hariçten yansıyan hakikatin ışıklarını temessül eder, başka bir şekle girer, misallenir, benzeşir. Güya kendi hayâli sanatıyla ve sözünün nakşıyla yaratılış ve tabiatı taklit eder.

Evet, kelâmda hakikat olmazsa da, en en azından benzer ve nizamından istimdat etmek ve onun danesi üzerinde sümbüllenmek gerektir. Fakat her danenin mahsus/özel bir sümbülü vardır. Bir buğday bir ağaç kadar sümbüllenmez. Beyanın felsefesi nazara alınmazsa, belâgat hurâfât gibi, hayâl gul gibi, dinleyene hayretten başka bir fayda vermez.

Felsefe-i beyaniyeye müşabih, nahvin dahi bir felsefesi vardır. O felsefe ise, vâzıın hikmetini beyan eder. Kütüb-ü nahivde mezkûr olan münâsebât-ı meşhûre üzerine müessestir. Meselâ bir mâmule iki âmil dahil olmaz. Ve hel lâfzı fiili gördüğü gibi sabretmez, visal ister. Hem fail kuvvetlidir, kavî olan zammeyi kendine gasp eder. Mesele, hariç ve kâinatta carî olan kanunların birer aks-i misalîsidir.

Bu münasebât-ı nahviye ve sarfiye olan hikmet-i vâzıh ise, felsefe-i beyan derecesinde olmazsa da, pek büyük bir kıymeti vardır. Ezcümle, istikra ile sabit olan ulûm-u nakliyeyi ulûm-u akliyenin suretlerine çeviriyor.1

Maâni-i beyaniyenin aşılaması ve telkihi ve mânâların becayiş ve inkılâpları, kelimenin mânâ-yı hakikîsi, ya garaz veyahut mânâ-yı muallâkadan birisini teşerrüb ve içine cezb etmektir. Zira, içine girdiği vakit, sahibülbeyt olan hakikate ve esasa dönüyor. Ve asıl lâfzın sahibi olan mânâ ise, bir suret-i hayatiyeye dönüyor, ona medet verir. Ve müstetbeattan istimdat eder. Bu sırdandır ki, kelime-i vahidenin maâni-i müteaddidesi oluyor. Ve becayiş ve telkihat bundan çıkar. Bu noktadan gaflet eden, büyük bir belâgatı kaybeder.2

Dipnot: 1-Bediüzzaman Said Nursi, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, Temmuz 2006, s. 103.2-Age, s. 104.

 

Okunma Sayısı: 1375
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı