Biz, içtimai-siyasi değerlendirmelerimizde, Risale-i Nur’dan deliller getiriyoruz, mihenk olarak onu kabul ediyoruz.
Biz meşveretin kararlarını uygulamaya çalışıyoruz. İtiraz edenler, bizi tenkit edenlerin mihengi, nefisleridir, propagandacılardır. Ayrıca, onların tenkidi, İhlas Risalesinin 2. Düsturuna aykırıdır.
Cemaati, meşvereti, hizmet ehlini tenkit etmek, cemaat şuuruna, meşveret esprisine, ahlâka, edebe aykırıdır.
Bu kardeşlerimizi ikinci bir sefer yine nazik ve nazeninane ikaz ediniz. Zira, “İnsanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmâm eden ve ehl-i îmanın bilmeyerek istimâl ettikleri kelimeler” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 389.) gibi, bunlar da bilmeyerek istimal ediyor olabilirler.
Veya bilmeyerek, “ehl-i dünyanın hafiyeleri ve propagandacılarının” tesirinde kalabilirler.
Yine intibaha gelmezlerse, üçüncü bir sefer ikaz ediniz. Keza, “cemaatin şahs-ı manevisine, meşverete” uymazlarsa, o zaman, “Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” (Furkan Sûresi, 25:72.) Mealindeki ayete ittiba ederek, onlarla bu mevzuları konuşmayınız, konuşturmayınız…
Yine ısrar ve muzırlıklarına devam ederlerse, onlarla irtibatınızı kesinlikle kesiniz! Çünkü, “Erradı bıddararı layunderu leh’-dinî bir kaide-sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünkü, ‘Zarara rızâsıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 135.)
Neden “acınıp merhamet edilmez!” Zira, samimi olarak Nur dairelerinden, “Talebe, kardeş ve dost”lardan birisi içinde olan, ağzıyla havada kuş kapsa, Türkiyeyi “muasır ülkeler seviyesine” çıkarsa, yollar yapsa, köşelerden köşeleri döndürse de; Risale-i Nur’u tekelleştiren, devletleştiren, decallist/süfyanist rejimin kontrolüne vermişse asla müdafaa edemez.
Artık bu noktadan sonra ısrarları; bilmemekten ve “ehl-i dünyanın hafiyeleri ve propagandacıları” tesirinde kalmaktan çıkıyor, başka bir şey çağrıştırıyor…
Dolayısıyla, bu durum karşısında kesinlikle “geçip gitmeli ve irtibatı” kesmeli; “emr-i bil-ma’ruf nehy-i an-il-münker” vazifemizi yapmak için ayağa kalkıp feryad ile Üstad’a ittiba etmeli:
“Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı Islâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, Islâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum… (Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 543.)