Dünkü yazımızda, “son başbakan” Binali Yıldırım’ın, “Ölçüyü cumhurbaşkanı, ‘ibadet, ticaret, ihanet’ şeklinde koydu!” şeklindeki dehşetli zihniyetinin iman ve Kur’ân adaletine aykırı düştüğünün bazı ölçülerini nakletmiştik. Bugün de bir kısmını nazara verelim:
“Bir kavme (topluluğa, millete) olan kininiz, öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin, adaletten saptırmasın.” (Maide Sûresi, 8.) Delilsiz, haksız, sorgusuz, sualsiz suçlanan kişiyi hapse atma ve masum eş ve çocuklarını cezalandıracak şekilde “Meslekten atma, malvarlığına, maaşına, emeklilik parasına el koymaya” Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı karar verebilir mi? Verirse bundan daha acımasız hüküm olabilir mi? Ve şu kin ve öfkeye bakar mısınız? Kanunen dahi yardım etmekle yükümlü ve vazifeli resmî makamlar şifahen emir veriyor:
“Bunların (zanlıların), çoluk-çocukları, hanımları dilekçe ile müracaat ederlerse kabul etmeyin. Çok ısrarcı olurlarsa alın ve sümenaltı yapın, işleme koymayın!”
Kamudan ihraç edilen memurların masum çoluk-çocukları için AKP bakanları, il başkanları “Ağaç kökü yesinler. Bu ülkenin onlara verecek bir şeyi yok” demişlerdi. Ve ne yazık ki, ilahiyatçılar, hukukçular, çoğu gazeteciler bu dehşetli haksızlıklar karşısında sus-pus oldular, dilleri lâl, ebkem kesildi! Oysa, “İnsan medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef…” (Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, s. 137.) Demek ki, kelâm-ı kibarda beyan edildiği gibi, susanların “medenilikle” ilgileri olmayan, kimisi de, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlar” idi!
Kendisine Nurcu sıfatı yakıştıran, hatta alkışlayanlar şu tesbitler karşısında hiç yüzleri kızarmıyor mu?
“Bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. (...) Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez.” (Mektubat, s. 57.)
“Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor. Çok masum ve mazlûmların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz, gaddar medeniyetin zalimâne düsturu olan, “Cemaat için fert feda edilir; milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz” diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaate feda etmez.” (Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, s. 112.)
Ey “kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış dehşetli zulümlere meydan açanlara” destek olanlar!
Hatta, “fiilen, iltizamen ve iltihaken” katılıp alkışlayanlar ne olacak haliniz?