“Kur’ân, asırları muhtelif bütün enbiyânın kütüblerini ve meşrebleri muhtelif bütün evliyânın risâlelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyânın eserlerini icmâlen tazammun eden… bir kitâb-ı semâvîdir.” 1
“Kur’ân’da yaş ve kuru her şey vardır.” 2 âyet-i kerîmesinin hükmüne göre; Kur’ân-ı Kerîm, zâhiren ve bâtınen, nassen ve delâleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş ve gelecek herşeyi ifade ediyor.” 3
“Madem Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan umum ins ve cinnin umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin herbir tabakası, herbir âyât-ı Kur’âniyeden hissesini alacak ve âyât-ı Kur’âniye, her tabakanın fehmini tatmin edecek surette, ayrı ayrı ve müteaddit mânâları zımnen ve işareten bulunacaktır.” 4 Kur’ân’ın ilk, en büyük, en orijinal, en muhteşem ve ebedî müfessiri Peygamber Efendimiz (asm) ve tefsiri Sünnet-i Seniyye’dir. Dolayısıyla, “Din-i İslâmın esâsâtını bizzat kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor…5
Peygamber Efendimiz (asm), asırlar ötesinden binlerce fenni, tıbbî, teknik, teknolojik, sosyal keşifleri yapıp; Kıyamet alametlerini Nübüvvet gözüyle gördüğü gibi; ümmetinin istikbaldeki farklı fıtrat, bölge, imkân ve şartlardaki durumunu da görmüştür. “Yaş ve kuru herşeyi barındıran Kur’ân”, muhtelif bölge, zaman, meslek ve meşreplere göre yaşamanın esaslarını da ihtiva ettiğinden oradan istihraç etmiştir.
İşte mezhepler, onun nazare verdiği bu hakikatleri, kendi şartlarına göre anlamalarından doğmuştur.
Ki, Bediüzzaman bu hususa şöyle işaret eder: “Mezâhibin ihtilâfı ise, Sahib-i Şeriatin gösterdiği nazarî düsturların tarz-ı tefehhümünden ileri gelmiştir. ‘Zaruriyât-ı diniye” denilen ve kabil-i tevil olmayan ve ‘muhkemat’ denilen düsturları ise, hiçbir cihette kabil-i tebdil değildir ve medar-ı içtihad olamaz. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor.” 6
Meselâ, Peygamberimiz (asm), namaz kılarken secdeye gitmiş; mübarek alınlarına batan dikenden alnı kanamıştır. Hz. Aişe (ra) validemiz de, namazda iken alnını silmiştir. O da, tekrar abdest alarak namazını iade etmiştir. “Hikmet-i İlâhiyenin tensibi” burada devreye girmiştir. İmam-ı Azam (ra), abdestin bozulma sebebini, “kan aktığı”, İmam-ı Şafii (ra), “kadın dokunduğu” için diye anlamıştır.
“Kanın akması” ile, “kadının dokunmasının”, Şafiiler ile Hanefilerin fıtrat, yapı, yaşadıkları bölge / iklim, yani mekânın ve şartların, psiko-sosyal etki ve sonuçlarıdır. Bediüzzaman, meselenin bu boyutunu, Yirmi Yedinci Söz’de, içtihad bahsinde muhteşem bir tahlil ile ortaya koymuştur.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 330-331. 2- En’am Sûresi, 59. 3- Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İ’caz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 255. 4- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 72. 5- Bediüzzaman, Mektubat, s. 421. 6- Bediüzzaman, Mektubat, s. 421.