Karıştırılan, yanlış anlaşılan veya anlatılan meselelerden birisi de “İslâm’da savaş ve cihad”dır. Hiç şüphesiz ki, “cihad” sadece “kuru bir toprak” fethi değil; aynı zamanda, İslâmlaştırma faaliyetidir de.
Bütün insanlar, ilâhî mesaj olan Kur’ân’ın muhataplarıdır. Allah’ın mesajını dünyanın en ücra yerlerine kadar, “tebliğ, irşad ve manevî cihad” çerçevesinde ulaştırmak mü’minlerin temel vazifesidir.
Eğer, iddia edildiği gibi, yalnızca, toprak elde etmeye dayalı, “şiddet-kılıç, askerî ve siyâsî” bir hareket olsaydı; çok kısa zamanda bu kadar geniş topraklar fethedilemez; geniş kitleler İslâmlaştırılamaz; elde edilen topraklar ve toplumlar İslâm prensipleri ve himayesi altında idâre edilemezdi. Nitekim A. Gullaui bu gerçeği, “Eğer halk fetihlere karşı tepki gösterseydi, bu zaferlerin hiçbirisi gerçekleşmezdi... 640 yılında 10 bin kişiden da az bir kuvvet, bütün Aşağı Mısır’ın çok kısa süre içinde fethedilmesine yetti.”1 Watt da, “Hiç kimsenin Müslüman olması için zorlanmadı“ sözleriyle te’yid etmektedir.
Günümüzde, cihad etmek isteyen bazı “dinde hassas, muhakeme-i akliyede nâkıs” radikal, bağnaz, heyecanlı tiplerin nazara almadığı husus şu:
Fetihleri, “640 yılında gerçekleştiren 10 bin kişiden daha az bir kuvvet” iman, ibadet, ahlâk cephelerinden de tam donanımlıydı:
-Tam bir tahkiki iman sahibiydi.
-Tam bir takva sahibiydi. İbadetlerle, İslâmın şartlarıyla donanmıştı.
-Tam bir ilim ve fikir sahibiydi.
-Nefsini, duygularını tam bir İslâm terbiyesinden geçirmişti.
-Düşüncesi, dünya değil, ahiret idi. Yani, şehadet veya gazilikti.
-Hedefi, iman hakikatlerinin, İslâm esaslarının, adâletin, hakkın, hukukun yayılmasıydı. Yani, i’lay-ı kelimetullahtı. Yani, maddî servet peşinde değildi.
-Barış için gidiyordu.
-Barış, şefkat sahibi bu kuvvet, talan etmiyordu; zulmetmiyordu; yağmalamıyordu…
-En önemlisi de, mü’min kardeşleriyle cedelleşmiyordu bile, bırakınız dışlamayı, tekfir etmeyi, hücum etmeyi…
Dipnot: 1-Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 1, s. 427.