Arapça’da, bir kelimenin pek çok mânâsının olduğu görülür.
Kur’ân’da ise, iç içe mânâ istif edilmiştir. Meselâ “din” kelimesinin en azından 30 mânâsını verir lügatlar: Din, İslâm, şeriat, millet, âdet, hal, siyaset, hesap, kahr, galebe, istilâ, malik-aziz olmak, vera, takva, masiyet ve ikrah, hizmet, hüküm, kaza, ihsan, siret, yol, tedbir, tevhit, melik, mülk, birisini hoşlandığı şeye sevk etmek gibi...
Nasıl ki, Allah’ın yaratmış olduğu kevnî kelime olan çekirdekten, tohumdan binlerce tohum, ağaç ve meyve meydana geliyorsa, Kelâm-ı Ezelî’den gelen bir Kur’ân harfinden yüzlerce mânâ çıkabilir. Bu, aklın haricinde değildir. Çünkü orada İlâhî hakikatler şifrelenmiştir. Bilgisayarda, şifre olan bir nokta veya harfe bastığınızda nasıl sayısız bilgi ve manzaralar geliyorsa, İlâhî harflerde de sayısız mânâlar şifrelenmiştir.
Ki, bu mânâların pek çoğu kastedilmekte ve zamanı gelince, onlar da devreye girmektedir. Her biri zamanı, yeri, meslek ve meşrebine göre o mânâ açılır. Zaten i’câz, yani mu’cîzeliğinin ve îcaz’ının (az bir sözle çok şeyi anlatmak), cihanşumullüğünün bir yönü de budur.
Kur’ân’ın bu mu’cîzelik yönünün biri de, tarihî hadiselerden, geçmiş kavimlerin durumlarından kıssalar/haberler vermesidir. Cifir ve ebced diğer kültürlerde de kullanıldığına göre elbette birtakım cifrî sır ve ebcedî hakikatlere de işaretleri vardır. Bunu da ancak uzmanları, yani Kur’ân’ın tabiriyle, “halbuki o âyetlerin tefsirini Allah’tan ve Allah’ın kendilerine ilimde derinlik ve istikamet ihsan ettiği kimselerden başkası bilemez. Fakat onlardan ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar, veya özel ilim hibe edilenler anlayabilir.