Bediüzzaman; yüzlerce psiko-sosyal teşhisin yanında şöyle müthiş ve dehşet veren bir içtimai, siyasi, tesbit de yapar:
İnsanda, hubb-u cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve şan ve şeref denilen riyâkârâne halklara görünmek ve nazar-ı âmmede (kamuoyunda) mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î, küllî arzu vardır.
Hattâ o arzu için hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevk eder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır, çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarıdır.
“Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zayıf damarından ehl-i ilhâdın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. “Hattâ o arzu için hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevk eder.” tesbiti sizi de dehteşe düşürmüyor mu?
Dağcılar, çıplak ayaklarla yüksek apartmanlara tırmananlar, tehlikeli, ölümcül yarışlara girenler vs., kesinlikle üçte biri ölüyor, üçte biri sakat kalıyor, geri kalanın çoğunun hayat dengesi bozuluyor! Şan, şöhret, makam-mevki, kamuoyunun alkışları için.
Hayat feda ediliyor!
Din, ibadet feda ediliyor!
Dava feda ediliyor!
Namus, şeref, haysiyet feda ediliyor! Ne kaldı geride?..
Şimdi derin derin düşünme dönemi:
Müdürlük, genel müdürlük tepesine;
Milletvekilliği küçük dağına,
Bakanlık orta dağına,
Başbakanlık yüksek dağına,
Cumhurbaşkanlığı Everest dağı tepesine tırmanmak için neler feda ediliyor?
Evet, kendi hayatını feda edenler, başkalarının hayatına, davasına, namusuna, şeref ve haysiyetine önem verir mi?
Bizim, çoluk-çocuklarımızın hayatını feda etmez mi?