Referanduma giderken bile, taraflar hür ve rahat değiller. Özellikle “Hayır”cıların, resmî kanallar, medya yolu veya ekonomik açılardan tehdit edilmesi, tarafların kutuplaştırılması, bunun çarpıcı iki örneği.
Aslında kamuoyu, tek kişiye dayalı başkanlık sistemi, ucube “Cumhur Başkanlığı Sistemi” ile, meşrûtiyet, demokrasi sistemini okumuş, anlamış, hazmedebilmiş değil. Keza, meşrûtiyet, şûrâ, meclis ve kamuoyunun şahs-ı manevisini de.
Bediüzzaman meşrûtiyete, demokrasiye nasıl bakıyor:
“Zaman-ı meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıl’dır, marifet’tir, kanun’dur, efkâr-ı amme’dir.”1
Demokrasinin işleyişi, çalıştıran zenbereği, ruhu, kuvveti, hükümranı haktır, akıldır, bilgidir, ilimdir, hukuktur, kanundur ve kamuoyudur. Kişi değildir, başkan değildir…
“Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbi edebilir, hak kuvvetin mağlûbu.”2
Meşrûtiyetin/demokrasinin sırrı, kuvvet, güç kanundadır. Herkesin işi kanunla belirlenmiştir, hukuk çerçevesindedir. Kuvvetler ayrılığı prensibi işler. Kişi ve şahıslara, başkanlara dayanmaz.
İstibdadın, baskının, diktanın temeli, dayandığı nokta güç, şahıstır.
Bu durumda şahıs da kanunu keyfine tabi eder; hak kuvvet, kanun karşısında mağlûp olur.
Hz. Ali (ra), bir Yahudi ile, Selâhaddin-i Eyyübî bir Hıristiyan ile, Fatih Sultan Mehmed bir Rum, Hıristiyan ile mahkeme edildiğinde, “güçlü olan haklı değil; haklı olan güçlüdür” esası geçerli idi.
Krallık, derebeylik ve istibdat zamanında ve bugün, “kim güçlü ise haklı odur!” anlayışı geçerli olduğundan, hak mağlûp durumdadır.
Bunun da sebebi, insanların, Müslümanların, dindarların, “haktan, haklıdan yana” değil, “güçlüden, iktidardan” yana olmalarıdır.
Dipnotlar: 1- Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 217. 2- Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 221.