Her işin, her müessesenin, her organizasyonun kendine has prensip, kural, tüzük, kanunları vardır.
Meselâ, eğitim sisteminin veya memurların metotları, prensipleri, bağlı oldukları kanunları, fabrikanın çalışma şartları vs. gibi…
Müslümanlar, özellikle dindarlar, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin bu zamandaki içtimaî/siyasî ölçü ve prensiplerini kime göre, nasıl belirliyorlar? Müctehid, müceddide göre mi, istişare ederek mi, yoksa kendi heva ve heveslerine göre mi?
Bir mü’min hayatının her safhasını Kur’ân ve Sünnet-i Seniyyeye göre düzenlemek mükellefiyetindedir. Keza, Müslümanların çok iyi bir hasleti var: Özellikle maddî, dünyevî işlerde uzmanına, ehline, otoritesine gider. Hangi müessesede ise, onun kanun, kural ve prensiplerini uygular.
Eğer İslâmın iki temel kaynağı Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’yi teferruatıyla biliyorsa kendisi hükümler çıkarır ve yaşar. Bilmiyorsa, otoritesine, uzmanına gitmek zorundadır. Kur’ân bütün insanlara, asırlara, toplumlara hitap eder; ihtiyaçlarını karşılar.
Kur’ân’ın ilk, en büyük, en orijinal, en muhteşem ve ebedî müfessiri Peygamber Efendimiz (asm) ve tefsiri Sünnet-i Seniyye’dir.
Müçtehid ve müceddidler, kendi kafalarına göre düzenleme yapmazlar, yapamazlar. Sahanın uzmanı olarak müçtehidler, mealen, “Allah insana kaldıramayacağı yükü yüklemez”1 âyetini de nazara alarak; Sünnet-i Seniyye ışığında durum tesbiti yapmışlar; “zaman, mekân, imkân ve şartlara” göre hükümler çıkarmışlardır. Bütün hak mezhepler ve tarikatler Kur’ân’dan ve Sünnet-i Seniyye’den alınmıştır.
Farklı ve bazen zıt gibi görün yaklaşımları, “şart ve imkânlardan” doğmuştur. Ve bu zarurîdir. Yani, “Mezâhibin/mezheplerin ihtilâfı ise, Sahib-i Şeriatin gösterdiği nazarî düsturların tarz-ı tefehhümünden ileri gelmiştir.”2
Şu halde, bir mü’min, içtimaî, siyasî ölçü, prensip ve stratejilerini de kendisi koyamaz. Sahanın otoriteleri müçtehid, müceddid ve peygamber varislerine müracaat etmek zorundadır.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman, Sözler, s. 444.
2- Bediüzzaman, Mektubat, s. 421.