Otuz bin defa büyütülüp ancak mikroskopla görülebilen bir mikroba mağlûp olacak kadar aciz ve zayıf insanlarız.
İhtiyaçlarımız hadsizdır.
Keza, varlıklar içinde en nâzik, en nazenin fıtratta yaratılanız. Düşmanlarımız sayısızdır.
Dolayısıyla hemcinslerimizle, komşularımızla birlikte yaşamaya, yardımlaşmaya, dayanışmaya mecbur ve mükellefiz.
Bu da, bir cemaat ve grup içinde yer almakla mümkündür.
Cemaatin, insanlığın kemaline vesile olmasının ve hadsiz âhiret faydalarının yanında, dünyevî faydaları da sayısızdır.
Sahabiler; Peygamberimiz (asm) komşuluktan öylesine bahsederdi ki, komşuların birbirine mirasçı olacağını zannederdik, diye naklediyor.
“Bütün mahlûkatla alâkadar ve her şeyle bir nevi alış verişi olan ve kendisini abluka eden şeylerle lâfzan ve mânen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilkaten mecburdur insan”1
Fıtratı/yaratılışı medenîdir. Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya (dikkate almaya, gözetmeye) mecburdur. Sosyal hayatı ile fert hayatı devam edebilir.”2
Dağdağalı, perişan, ağır hayat şartlarından, problemlerinden bunalan insanlar; ancak zikir, fikir ve şükür halkaları ile bir araya gelerek dayanışma içine girerler ve biri birine teselli verebilirler. Patlama derecesine gelen nefsânî ve insânî duygular ancak bu sayede teneffüs eder ve rahatlar.
Kardeşler, komşular, cemaat fertleri biribiriyle tesanüd etmez, dayanışmaz ve ittihad-ı İslâm nasıl mümkün olacaktır?
İttihad-ı iman, ittihad-ı ibadet, ittihad-ı kulüb, ittihad-ı ilim, ittihad-ı fikir, ittihad-ı kardeş, ittihad-ı komşu, ittihad-ı cemaat olmadıktan sonra ittihad-ı İslâm lâftan ibaret kalmaz mı?
Dipnotlar: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 649. 2- Bediüzzaman, Hutbe-i Şâmiye, s. 64.