"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Başlamadan biten aşklar - Ân diyarı (8)

Ali HAKKOYMAZ
14 Ocak 2024, Pazar
Bana, “oğlum” diye can u gönülden sarılan ne dedem oldu ne babam…

Annemin de sertliği şefkatinin önünde miydi… evet, evet! 

Babamın bakışları korkutur, canımı alır; anneminkiler de -o değilden bana yönelişi- içimi titretirdi. Şöyle bir kaşlarını yıkar, dudaklarını büzer, gözlerini siyah bulutlara büründürür: “Onu yap da bak göreyim; ne yapıyorum sana!” dediklerini işitir gibi olurdum. 

Birbirlerinin önüne geçecek teşebbüslerde bulunmazlardı pek.

*

Her halükarda korkan, ürken, sinen, çekinen, tırsıp pırsan, uyuşan, büzüşen biri olarak varlığım buhar olur uçardı. 

Artık her emre amade idim. 

*

“Aliii!” diye babamın sesini bir yerlerden duyunca elim ayağıma dolanırdı. Hangi emir, hangi azar, hangi suskun ama sert bakışlar üstümde gezinecek bilemezdim.

*

Babam çalışmaktan bağrına basmaya fırsat bulamadı beni. 

Fukaralık babadan oğula bir miras gibi devroluyordu. Durmadan koşmalıydık.

*

Fukaralığın ve cehaletin kol gezdiği bir yerde ve zamanda dünyaya gelmişim. 

Herkes şaşkın ve perişan… Herkes derken bir eli yağda bir eli balda olanlar hep var; o ayrı…

*

Bir de işin “Devlet Baba” tarafı vardı; o nerelerdeydi?

Onun varlığını gören oldu mu; bilmiyorum. Hizmetçiye ve paraya ihtiyacı olduğunda ortaya çıkıyor sonra kayboluyordu.

Yakup Kadri (bile) bu durumu dayanamayıp Yaban’da anlatmış. 

Sen ne yaparsan yap; yabansın. yabancısın devlete. Askere git, yaralan, aç kal, öl; farketmez. Annem ve babam devlete çok benziyordu.

Devletin müşfik eli belki de nicedir kayıptı! Belki de yüzlerce yıldır…

*

Küçükken birine su verdiğimizde büyükler: “Allah, su gibi devlet versin.” derlerdi; birinci e’yi o, ö karışımı çıkararak. Biz küçükler de anlamazdık ama yine de alışkanlık icabı amin, derdik.

*

Su neydi, neyi temsil ederdi; devlet kimdi, nasıl bir şeydi; bilmezdik tabii.

*

Su gibi temiz, şeffaf, parlak, berrak, akıcı; yerine göre de serin, soğuk, ılık, sıcak ol mu demek istiyorlardı; yoksa onlarda mı ne dediğini pek bilmiyorlardı; burası hep muamma olarak kalacaktı. 

*

“Devlet…” niye bu cümlede boy gösteriyordu?

Devlet… bu bildiğimiz -ya da bilmediğimiz- olan değilmiş meğer! Saadet, baht açıklığı, zenginlik ve daha öteki anlamlarda imiş meğer.

*

O zaman devletin olduğu her yerde “saadet” yoktu ama saadetin, adaletin, insanca yaşamanın, tebessümün, her anlamda zenginliğin olduğu her yerde “devlet” var demekti.

O büyüklerimiz de “o devleti” göremeden çekip gittiler.

*

Bizler kimlerdik peki? 

Sorularımız bir kenarda birikip duracak mıydı?

Diplomalarımız pek bir işe yaramayacak mıydı?

*

Okumaktan mütevellit daha yaşının otuz beşinde, yolun yarısında gözlerinden olan Cemil Meriç: “Düşünenlerin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede adam yetişmez.” diyecekti.

*

Devletin düşünenlerle arası niye hep açıktı?! 

Nazım’dan da hoşlanmadı, Said Nursî’den de… Öteki işine gelmeyenlerden de…

Niye?

*

Devletin kelime hazinesi, doksana yaklaşan ömrünü -Birinci Cihan Harbi ve esaret yılları dahil- kitaplara veren Said Nursî’den daha mı çoktu ki sorguya çekip durdu bu hazineyi de işime yarar mı diye aklına bile getirmedi.

Namık Kemal de, Fikret de ve daha kimler devletin amansız hışmından kurtulamadı. Kelimelerin paslandığı yerde insanlık uslanmazdı.

*

Babamın bana sert bakışlarında işte bu gereksiz işlerin payı yok muydu? İnsanların elinde avucunda ne var ne yok al; sokağa sal’ın fotoğrafları acılı ve gözyaşılı oluyordu. Babamı rahat bırakmamışlardı ki o da bana sarılsındı.

*

Bu karanlık günlerin geçeceğine inanmak; yaşamak için pencereleri çoğaltmak gerekiyordu. Böyle bir şair de işi ılık rüzgârlı mısralarla geçiştirmeye çalışacaktı:

“Parasız pulsuzmuşum ne çıkar;

Gelecek güzel günlere inanıyorum.” 

*

Fakat aşk ve ayrılık acısını sade, duru, kavurucu, doyurucu, duyurucu anlatan şu iki mısrayı şablon niyetine buraya düşüvereyim de hesapsız kitapsız işlerin nasıl derin yaralar açtığını herkes görsün:

“Hem sana hem bana çok yazık olur;

Bu aşkı burada bitirmeyelim.”

*

Başlayıp biten aşkların acısı bir ömür sürer, derler; başlamadan bitenlerin de…

Gitmek… ama nereye?

*

GİTMEK

  -Sadık YALSIZUÇANLAR'a...

Gitmek… gözlerimde yeni bir hayal...

Tutuşan ufuklara bir sabah vakti...

Gitmek… ellerimde eski bir masal...

Unutup günleri, geceleri, saati…

Sana bir hatıra bırakıp gidiyorum.

Bir nehir gibi acele akıp gidiyorum.

Son kapı, son pencere, son gözyaşı...

Geceyi sonsuz kapatıp gidiyorum.

 

Okunma Sayısı: 1283
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet Soydan

    14.1.2024 09:36:17

    Elinize sağlık

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı