Annem, annem... Canım annem...
İyi ki kocaman diplomalar almamışsın. İşte öyle koca diplomalı kimi arkadaşlarımı tanıyamıyorum.
Halının tozu; kötünün sözü bitmez, derdin. İşte bazıları üslûplarını birden bozdu.
*
Atasözleri gibi yaşardı, annem.
Sakin olmalıyız; değil mi anne!
Ateşe körükle gidilmez.
Kanı, kanla yumazlar.
Rüzgâr eken fırtına biçer.
*
Annem, ah!
Meğer atasözlersiz yaşamak pahalıya oturuyormuş. Arada adalet gidiyor; denge kayboluyor yani akıl, kalp beraberliği unutuluyor.
*
Okuduklarımız çok zaman kitaplarda kalıyor. Firavun’a bile kavl-i leyyin varken; bu birbirimize “het höt” hiç şık değil...
*
Kötü söz, sahibinindir. Herkes aynada kendini görür/mü~ş. Okuduğumuz kitaplarda bu kabalıklara izin yok... Yarayı azdırmak mı istiyoruz; iyi etmek mi?! Yaraya diken değil; merhem sürülür. Merhem kelimesi de “merhamet” kelimesinden gelse gerek... Merhameti mi kaybettik?!
Hem hâkim hem savcı hem infaz memuru hem cehennem olmayalım.
*
Hakikati bulmak o kadar kolay olsaydı; on binlerce peygamber gönderilir miydi?!
Lütfen, teenni... Lütfen, sükûnet... Lütfen, insan olduğumuzu bir dem unutmadan...
Kalbimizi aynaların üzerine koyduğumuzda, utanmayacak işlerimiz düşsün oraya.
Samimiyet ölürse; diri kalacak nedir elimizde!
*
Çok mu konuştum?! Olabilir. İnsanlar konuşa konuşa... Fuzuli: “Ne temettû bulunur bende sadadan gayrı.” diyor ya...
İçim yanıyor; kusura bakmayın. Ülkenin yüzü gülsün istiyoruz.
Hürriyetin, adaletin, demokrasinin, hukukun, her türlü zenginliğin, ilmin, san’atın, marifetin, estetiğin hayatımızda yeri olsun diye çok terledik.
*
Birbirimizi bu ne kadar yaralıyoruz öyle! Yaşamayı mı unuttuk bu arada yoksa; “yaşama sevinci”ni...
Ebedî hayattan habersiz yaşayamayız.
Tuhaf, acı, mânâsız, saldırgan, alınmadık hınçlarımız var gibi hallerden, dillerden, öfkeli yaşamaklardan derhal, şimdi, hemen, kayıtsız şartsız, iş daha başka yerlere gitmeden, dünyamızı ve ukbamızı yakmadan dönelim; -kimse o- kendimize gelelim.
Derin bir nefes alalım. Hele bir yutkunalım.
Havf ile reca/korku ile ümit arası gidip gelmelerden uzaklaşmayalım.
Kendimizi hep sütten çıkma kaşık; ötekini hep bulaşık görmeyelim. Şu, toptancılığı bırakalım. Görmelerimizi, duymalarımızı, düşünmelerimizi ıslâh edelim.
Safayı al; kederi at, ne oldu.
Her şeyin bir Hakka bir de halka bakan ciheti var diye okuduk.
Bunları okumadık, duymadık, görmedik mi diyeceğiz?!
Gıybet, hakaret, suçlama, azarlama ile ne terbiye olur ne tebliğ...
Yazı bitmişti aslında; biraz dahalandı.
“Bir de akla kapı açmak; ihtiyarı elden almamak...” düsturunu hatırladım.
Ucunu açık bırakmak... İmtihan sırlarını, surlarını, sınırlarını zorlamamak... gibi şeyler de var. Yani sakin sakin oturup okumak, halleşmek, dilleşmek gerekiyor.
Acaba, İlk dönem eserleri biraz ihmal mi edildi?!