"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yareler ve çareler

Armağan Bahtiyar
20 Nisan 2018, Cuma
Lütfen! Medenî isek; ikna yolundan ayrılmayalım.

Kabalıkta icbar var. Lâf olsun diye mi öğrendik atalar sözünü: Zorla güzellik olmaz. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. En olmadık düşünceleri en olmadık insanlarla adam gibi tartışırdık yakın zamanlara kadar. Âşık Veysel görmüş; sen ben görmezsek; tuhaf (kötüsü) olmaz mı! Bak ne diyor yanık sesli, yanık sazlı, toprak yüzlü âşık: “Koyun kurt ile gezerdi;/Fikir başka başka olmasa.” Ayrı düşünüyor diye gayr görme onu. Sakin ol! Heyecanlanma! Kızıyorsun, kızarıyorsun, dengeni kaybediyorsun; ne oluyor?! Ne yaptığının farkında mısın?! “Yunus Emre’m ye, yedir;/Bir gönül ele getir.” Sen de yap bunu; biriktirip durma. Elini cebine at. Kendini nasihatçı başı sanma. Bu dediklerinin belki çoğunu o da biliyor. Kendini başka bir yerlere konduruyorsun da bu da ayrı bir gurur olmasın. Yoksa sen etkili yetkili birisin de biz mi tanımıyoruz seni! Cemil Meriç Tanzimat’tan sonra Said Nursî dışında münevver gelmediğini söylüyor. Okumaktan gözleri gitmiş adam. Şu kimliğini bir görebilir miyim! Şu boş siyasî tartışmalardan çıkalım artık. Kimindi o söz nasıldı: Çukurdaysan daha kazma, diye.

Işıl ışıl bir nisan... İç karartan adamlardan uzaklaşın. Tefekkür bahçesi bu dünya... Tefekkür yani okumak yani (sarılarak) farkına varmak... İyidir yani. Çiçeklerin, papatyaların tebessümünün; kuşların sevincinin ortağı olun. Bir köprü bu dünya; oyalanmayalım. Ders değil bunlar; paylaşmak için... Ayna diye bildiğimden sizleri...

*

İyi şeyler geçse içimizden...

Gözlerimizin içi gülse...

Göz göze gelsek...

Çay ve simit kokuları...

Bir buket duâ olsa dudaklarımız...

Şiirler, besteler sarsa ortalığı...

Dünya telâşeleri sussa...

*

Canın mı sıkılıyor; ölümü düşün! 

Mezarlıklara yakın geç biraz! 

Biraz uzaklaş dünyanın keşmekeşinden!

Kendine çekilsen biraz!

*

Beni değiştirmeyeceksen... konuşma!

*

Sen, sen ol; sen, ol!

*

Dünyaya dikiş atma; tutmaz! Bu yüzden atma tutma!

*

Şu sonuçsuz seçim heyecanları yerine; kitaba, san’ata, edebiyata, ilme, irfana, eğitime, tefekküre, niçin yaşadığımızı düşünmeye, ölümlü olduğumuzu unutmamaya yönelseydik; çok farklı bir dünyada olmaz mıydık?!

*

Her köye üniversite açmakla medeniyet gelir zannettik! Medeniyet, üniversiteye gitmeden nasıl Yunus olunur; onu anlayıp anlatmaktı.

*

Her dem bir duâ acizliğimiz... Her dem bir duâ fakirliğimiz... Çamuru çiçek yapamıyoruz madem; haddimizi bilelim.

*

İnşaat yetişen yerde (kolay kolay) adam yetişmez! Adam yetiştirmek emek ister, zaman alır. Kim uğraşacak! İki bin çocuğu doldurursun hangara; olur biter! İnşaat? Amele, kepçe, beton... Görünür bir şey sonra... uzaktan, yakından... Eğitime yatırılan hemen gözükmez ki... İş makineleri! Marş, marş!

*

Bir toplantı için sen misin karşıya giden... adım adım trafik! İstanbul’da bir karşıya gidip gelmek; savaşmak gibi bir şey... Eve geldim ki oh be! İdareciler şöyle arada bir İstanbul’u tebdili kıyafet dolaşsa! Koruma morumasız, avenesiz... Araba azken de kalabalıktı ve şimdi gene... Herkes yolda... İstanbul, şiir şehirmiş falan... Baktım; o gözle bakan da pek yok! Her yer heyula/şeddadî binalar ve artarak devam ediyor. İstanbul ne yaptı ki bu kadar hasret bırakıyoruz onu eski kendi haline?!... İstanbul, İstanbul kalsın. 

*

Dünyanın işi gücü yok! Dünya işsiz! Dünya geveze... Sabah akşam manşetlerde/haberlerde dişe dokunur kaç haber var; azın azı. Herkes birbirine had bildirmekle meşgul! İşsizlik/boşluk böyle bir şey işte! Kravat takmak/takmamak; medeniyet için yetmiyor; yine “tek dişli”ler ortalıkta ve insanlığa diş biliyorlar. Geldiğimiz yer; “yer” değil... Telâşeleri, vurdumduymazlıkları bir kenar edip durmak ve sormak gerekiyor: Ey cehalet sen kimsin? 

*

Bakmayın marketlerin ağzına kadar gıda maddesiyle dolu olduğuna. Hastaneler de ağzına kadar dolu! Niye?!... Kahvaltının bir ayağı zeytinse bir ayağı peynir değil mi! Zeytine boya katanlar, peyniri bilmem ne hayvanın bilmem nesinden yapılan maya ile mayalayanlar... Kimler, neyi, nasıl yapıyorlarsa desinler de... sofralarımız sofra olsun. Bekliyoruz; lütfen katkısız şeyler yapın; çok mu zor! Her şeyi eskisi gibi rahat almıyorum; haberiniz olsun! Yiyip içtiklerimiz sadece bedenimize değil; nedenimize de tesir ediyor, diyeyim de ötesini bu işin ilmini yapanlara bırakalım ve soralım gayrı yediğimiz içtiğimiz şeylerin önümüze nasıl geldiğini. Her şeyle çok oynuyoruz. Aslı gibi kalan şeyler o kadar az ki... 

*

Yabancılar kendilerini, şehirlerini, mutfaklarını, kültürlerini bizim gibi tarumar etmemiş. Bize ne oldu ki her şeyimizden uzaklaşma yarışına girdik! Şehirlerimizi idare edenler/şehreminler hangi emin bilgilerle donatıldı?!... Bunun bir eğitimi, kültürü olur, olmalı... 

*

Derdimiz çok. Sızlanarak bir yere gidemeyiz. Ucuz, külfetsiz bir şeyi hayatımıza dahil edelim. İsterseniz söyleyeyim: Muhabbet...

Okunma Sayısı: 2220
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı