"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zamanın ruhunu aydınlatan ışık: Risale-i Nur

Caner KUTLU
14 Aralık 2017, Perşembe
Öğretmeni yenen “talebe!” -11-

Her bir fen imana açık bir alandır. Her bir iman hükmü fennî “delil” olarak kullanır. Tasfiye eder (hüsn-ü münezzeh) ya da içine alır (hüsn-ü mücerred). Risale-i Nur’un en önemli fonksiyonu bir taraftan uygulama diğer taraftan tasfiye sürecini tasarlamaktır. Bunun için “talebe” ya da ders arkadaşı veya olsa olsa araya giren “üstadlık” vasıtasıyla birbirleri için birer yardımcı “kahraman” olabilirler. Ki, bunlar “hakikî kardeşlik vasıtaları”ndandır. Bediüzzaman “ihlas düsturu”nun gereklerinden “civanmerd kardeş” olmayı da sayıyor. Bu aynı zamanda fikir alanında gerekli “teavün” düsturunu edinmiş, birbirinin “kahramanı olma”yı iktiza ediyor.

“App-dependent”; uygulama bağımlısı bir yaklaşımın bozulmayı getirdiği görüldüğünde yetenekleri harekete geçirmek zorunlu hale geliyor. Şu halde “App-enable”; uygulama üretim yeteneğine sahip olmak formüle ediliyor... Ancak bugün insanlığın ulaşabildiği ifrat çizgisi o kadar yükseldi ki artık doğrudan kıyamet tasarımları yapılıyor. Şöyle ki; zaten eskimiş ve kullanma tarihi geçmek üzere olan gezegenimizi fakirler, zenciler ve hispanikler ile Müslümanlar’a bırakıp yeni yaşam alanlarına açılmayı mümkün kılmaya çalışıyorlar. Bunun için robotik gereçler, yapay zekâlar, insan yerine (işçiler olmayacak!) kullanılacak makineler (çünkü artık her insan üstün ırklardan.. hatta “tanrılar” da robotlardan üretilebilir, maneviyat psikoloji içinde “yapılabilir”.) İnsanlık büyük bir organizmanın parçası olacak. (Elbette “küremiz hayvana benziyor”; ancak “Allah’ın böyle pek çok mahlukatı vardır” unutuluyor.) Bu onlar açısından bir yönüyle acımasız; aynı zamanda acıklı bir hikâye olarak kurgulanmaktadır. Mutlu bir yolculuk olmayacak;  yine de “cehennem de olsa ebedî yaşamak” arzusu “ben ölsem de madem türüm devam edecek ben de yaşayacağım”. Çünkü evrim anlayışları türleri sınıflandırırken insanı da bir sıralı devamlılığın parçası yapıyor. Yani insanların üst bir türe evrilirken lüzumsuz ve gelişmemiş olanlar elenecek ya da eski durumda bir süre başlarının çaresine bakacaktır (Kayyumiyet’i bilmek bir Müslüman için ne büyük hazinedir, anlaşılıyor değil mi?) 

Eğitimin yeni bazı trendleri bunu gerçekleştirmek üzerine “ilerlerken” bir Müslümanın Kur’ân’daki doğru tarih ve doğru gelecek haberlerini merkeze alarak “ümit” vermesi gerekmez mi? Ahiret âlemlerini, berzah âlemlerini düşünmesi, konuşması; bunun için de şakk-ı Kamer ve Miraç gibi gerçek olaylardan istifade etmesi; bunun pratiklerini, “Cennet ve Cehennem nerededir?” diye sorup cevaplarını doğru inşa etmek üzerine çalışması.. (Rahman Sûresi, tek başına bunun için sonsuz ve sınırsız bir rehberdir.) Bir de Risale-i Nur’un “Nur” ismine muhatap olması zamanın ruhuna büyük bir ışıktır. Bu vesileyle Bediüzzaman, Kur’ân’da elektriğe işaret eden ayetlere bakarken Risale metinlerinin de aynı ayetlere uygun bir geleceği tasavvur ettiğini açıklıyor. Örneğin şehit talebesi Hafız Ali’nin vefatını bu çerçevede ifade ediyor: “Sarf ve Nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat edip, kabirde Münker ve Nekir’in: “Men Rabbüke = Senin Rabbin kimdir?” diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip Nahiv ilmiyle cevab vererek: “(Men) mübtedadır, (Rabbüke) onun haberidir; müşkil bir mes’eleyi benden sorunuz, bu kolaydır.” diyerek, hem o melaikeleri, hem hazır ruhları, hem o vakıayı müşahede eden orada bulunan bir keşfe’l-kubur velisini güldürdü ve rahmet-i İlahiyeyi tebessüme getirdi, azabdan kurtulduğu gibi; Risale-i Nur’un bir şehid kahramanı olan merhum Hâfız Ali, hapiste Meyve Risalesi’ni kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melaike-i suale mahkemedeki gibi Meyve hakikatlarıyla cevab verdiği misillü; ben de ve Risale-i Nur şakirdleri de, o suallere karşı Risale-i Nur’un parlak ve kuvvetli hüccetleriyle istikbalde hakikaten ve şimdi manen cevab verip onları tasdike ve tahsine ve tebrike sevkedecekler inşâallah.” Asa-yı Musa – diyor. Bu vesileyle şu da ortaya çıkıyor; Bediüzzaman’ın “Müsbet hareket”i sürekli gelişen süreçleri ihtiva eder; bu şu demektir: her “uygulayıcı” için geliştirici ve yenileyici imkânları veren unsurlara sahiptir. Zaten her teori uygulamada pek çok geliştirici “boşluk”ları özellikle içerir ki bu hareketlerin esneklik ve “ileri sürücü” niteliklerini ifade eder. Yoksa popüler şu eleştiri “ Kullanıyorum ama üretemiyorum” (Maker vs User) ile ilgili “esastan” yaklaşımlar “Müsbet hareket” içinde gelecek tasavvurlarında açığa çıkacaktır. Bu elbette fikir meydanında atılacak akıl ve kalpten çıkan düşünce ipleriyle dokunacak “talebe” hizmetini beklemektedir. 

Yani Üstâd’ın Dünya Savaşlarının üzerinde gördüğü mesele ana gündemdir: “Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme davasından daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhâssa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dava açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâ-tereddüd sarfedecek. İşte o dava ise, yüzbin meşahir-i insaniyenin ve hadsiz nev’-i beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, kâinat sahibinin ve mutasarrıfının binler vaad ve ahidlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?” diyor ve talebelerine şöyle bir ödev veriyor Üstâd: “İşte o davayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o davayı kaybettirmeyen hârika bir dava vekilini o işde çalıştıran vazifeleri bırakıp ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî malayaniyat ile iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarfetmek lâzımdır diye kanaatımız var.” (Asa-yı Musa ) 

Çünkü artık siyaset ve şiddet kalemin iki ucu gibidir; hangisi açılırsa o kullanılabilir, aynı şeyi yazar. Malzeme aynıdır. Bidayette ve nihayette birdir. Ütopya’dan distopya’ya dönüşmesi muhtemeldir. Şu halde sadece “kıyamet” beklenebilir; yeni nesil beklentisi yok edilir. 

Okunma Sayısı: 3057
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı