"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Prof. Dr. Mehmet Tikici: Risale-i Nur, Milliyetçiliği övmez

07 Mart 2024, Perşembe 09:00
Risale-i Nur külliyatında beş yerde geçen milliyetçilik “övgüye mazhar” kavramlar arasında yer almamaktadır. Aksine Mektubat’taki; “zahiren bir milliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarıyla” şeklindeki cümlesinde görüleceği üzere tahribatçı ehl-i bid’a tarafından milliyetçiliğin “ırkçılığa perde yapıldığı” vurgulanmaktadır.

MİLLİYETÇİLİK: ŞEYTAN ÜÇGENİNİN BİR KENARI MI, YOKSA VOLTRAN'IN BİR PARÇASI MI? - 2
DİZİ: PROF. DR. MEHMET TİKİCİ

Irkçılığa gelince… 

Kur’an-ı Kerim’de “kabilecilik” kavramı ile karşılık bulan, Peygamberimiz tarafından “asabiyyet-i cahiliyye” olarak ifade edilen ve Üstad tarafından da “İstibtad-ı mutlak tarafından serseri ve enaniyetli nefislere verilen gayet zevkli bir rüşvet” olarak görülen ırkçılık; “İsim ve renk gibi farklılık işaretlerinin etrafında eklemlenen ve korunma ya da ayrım hayalinin zihni ürünleri olan söylemlerde, temsillerde ve pratiklerde kayıtlı olan gerçek bir toplumsal görüngüdür”. 

Bu kavrama temel oluşturan “ırk” ise; “İnsanların fenotipik özelliklerini baz alarak ortaya konulan belli bir dizi farklı fiziki ve genetik özellik” olarak tanımlanmaktadır. “Irk” olgusunun değerlendirilmesinde önceleri deri rengi yanında kafa ölçüleri gibi kriterler kullanılmış; Yirminci yüzyılın başlarında ise genetik biliminin gelişmesiyle, kan grupları, hormon düzeyleri, kalıtımsal özellikler gibi başka alanlardaki kriterlerle de desteklenmeye başlanmıştır.

Irkçılık sadece farklı renkteki insanlar üzerinden değil, üstünlük/aşağılık kavramlarının oluştuğu her yerde her zaman meydana gelebilir. Bu bağlamda devreye giren “ırkçılık ideolojisinin” temel kurallarına göre, ırkçılık, tıpkı milliyetçilik kavramında olduğu gibi; “hem çok olumlu hem de çok olumsuz olarak değerlendirilebilir, hem arzu edilebilir hem de istenilmeyebilir” bir olgudur. 

Göçler vasıtasıyla gen havuzu karışmış durumda olduğu için biyolog ve antropologların çoğu “biyolojik ırk” kavramını reddetmişlerdir. Çünkü onlara göre bilimsel olarak “genetik saflık” diye bir şey söz konusu değildir. Bu anlamda Üstad bundan yaklaşık bir asır önce genetik açıdan saf denilebilecek Türk nüfusu oranının %30 civarında olduğunu belirtmiştir.

Etnisite kavramı

Son yüzyılda dünyanın dikkatini diğer sosyal fenomenlerin hepsinden çok daha fazla çeken “etnisite” fenomeni, günümüz dünyasının önemli ve de etkin “güçlerinden” birisidir. En geniş anlamıyla etnisite; “ortak bir ecdadı, ortak hikayeleri, akrabalıkları; ortak dil, simge ve sembolleri içeren bir kolektivitedir”. Hucurat suresindeki; “Ey insanlar! Tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık” ayetinde vurgulandığı gibi etnisite “akrabalığın karakterize edildiği bir sosyal kimlik formu” olarak görüldüğünde muhakkak ki sorun bulunmamaktadır. Ancak “toplumunun biçimlendirilmesinde önemli ve farklı bir rol” atfedildiğinde, etnisite bireyler arasına çatışma kıvılcımı sıçratabilmekte, etnik ayrımcılığa dönüşmekte ve kronikleşen ırkçı hareketlere neden olabilmektedir.

Voltran ya da Şeytan Üçgeni

Etnisite, ırk ve milliyet yani etnik ayrımcılık, ırkçılık ve milliyetçilik iç içe girmiş kavramlardır. Örneğin etnisitenin ve ırkın “genetik yollarla nesiller arası sürekliliği sağlayan toplumsal organizasyon” şeklindeki tanımıyla, milliyetçiliğe etno sembolist ve biyolojik yaklaşım tarafından ileri sürülen; “genetik bağların milliyetçiliğin oluşumunda yatan temel unsur olduğu” tezi birlikte değerlendirildiğinde bu üç kavramın mezc olduğu görülmektedir. Yani hem etnisite hem ırkçılık hem de milliyetçilik “ayırıcı vasıflarıyla farklılık meydana getirme duygusunu bireyler üzerinde oluşturabilme” müştereğinde birleşmektedirler. Primordialistlerin “milliyetçilik doğuştan edinilen verili özelliklerdir” şeklindeki tezleri ile etnisitenin ve ırkın “verili olma” özelliği de örtüşmektedir. 

Diğer yandan bu üç kavramın zaman zaman “hayalî” olabilme özellikleri ve “ideoloji olmaları” şeklindeki özellikleri de örtüşmektedir. Irkçılığın ve etnik ayrımcılığın tahribatçı ehl-i bid’a tarafından milliyetçilik tanımına eklemlenmesi “ırkçılıktan milliyetçiliğin ve milliyetçilikten de ırkçılığın” çıkmasına aracılık etmektedir.

Her ne kadar literatürde “etnisite, ırkçılık ve milliyetçiliğin farklı kavramlar olduğunu” ifade eden görüşler bulunsa da milliyetçiliğe tahribatçıların perspektifinden bakıldığında aralarında farazi, determinist veya araçsalcı çizgide bir ilişkililik durumu görünür haldedir.

Bediüzzaman Said Nursi’ye göre milliyetçilik  

Risale-i Nur külliyatında beş yerde geçen milliyetçilik “övgüye mazhar” kavramlar arasında yer almamaktadır. Aksine Mektubat’taki; “zahiren bir milliyetçilik ve hakikatte ırkçılık damarıyla” şeklindeki cümlesinde görüleceği üzere tahribatçı ehl-i bid’a tarafından milliyetçiliğin “ırkçılığa perde yapıldığı” vurgulanmaktadır. Üstad “milliyetçiliğe menba olan” Türkçülüğü dava edenleri de “mülhid zalimler” olarak nitelemektedir. Bu bağlamda “Emevîler, devlet-i İslâmiyeyi Arap milliyeti üzerine istinad ettirdiklerinden, zarar verdiler” cümlesi oldukça manidardır. Öyle ki Üstad “milliyetperverliğin” bile mülhid zalimlerce altında entrikalar çevirdikleri bir perde olarak kullanıldığını belirtmektedir.

Üstadın milliyetçilikten ziyade “fikr-i milliyet” kavramını kullanması dikkat çekmektedir. Bu elbette tesadüfî değildir. Çünkü “milliyetçilik” kavramı; tanımlamamız istendiği zaman “ne olduğunu bildiğimiz” fakat açıklamamız istendiğinde “tanımlayamadığımız” türden “gizemli bir fenomen”dir.

Üstad “fikr-i milliyet”i kullanım yönüne göre iki gruba ayırmaktadır: 

Menfi fikr-i milliyet “rabıta-yı diniye” yerine “rabıta-yı milliye”nin ikame edilmesidir. 

Üstad; “fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir kuvvet var” derken fikr-i milliyet ile “menfi fikr-i milliyeti” kast etmektedir. Bu, hemen bir sonraki; “fikr-i milliyet iki kısımdır: Bir kısmı menfidir, şeâmetlidir, zararlıdır” cümlesinden anlaşılıyor.  

Üstad fikr-i milliyetin menfi surette kullanımını; “medeniyet-i hazıranın kitleler mabeynindeki rabıtası olan ve aheri (diğerlerini) yutmakla beslenen” bir eğilim olarak görmektedir. Bu anlamda fikr-i milliyetin menfi surette kullanımının şe’ninin “müthiş bir tesâdüm, feci bir telâtum (çatışma)” olduğunu ve bundan “helâketin çıkacağını” vurgulamaktadır. 

Müsbet ve mukaddes İslamiyet milliyeti rabıta-yı milliye yerine rabıta-yı diniyenin ikame edilmesidir. Üstad; “hadis-i şerif ve âyet-i kerimenin, kati bir surette menfi bir milliyeti kabul etmediğini” vurguladıktan sonra, “müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyetinin menfi fikr-i milliyete ihtiyaç bırakmadığı”nın altını çiziyor. Meşrutiyetin devamı ve ruhu ve nokta-i istinadı ve mürşidi olarak Şeriat ile birlikte “milliyetimiz olan İslamiyet’i” gören Üstad, cemaatlerin rabıtalarında “milliyet yerine rabıta-i dinî”nin kabul edilmesinin “Hikmet-i Kur’aniye ve Medeniyet-i Kur’ân”ın gereği olduğunu vurgulamaktadır. Üstad bu anlamda Onbeşinci Mektupta da “rabıta-i diniye yerine rabıta-i milliye ikame edilmez, edilse adalet edilmez, hakkaniyet gider” demektedir. 

“İslamiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyesi cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmeyi ve taraftar olmayı kudsî hizmetinin muktezası olarak” gören Üstad bu nedenle Beyanat ve Tenvirler’de; “bu asil Türk milleti” ibaresini ve Emirdağ Lahikasında, “mücahid Türklere” ibaresini kullanıyor. Bediüzzaman Said Nursi yine Emirdağ Lahikasında; “Türkler hakkında sena-i Peygamberî muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş. Hadis var. … Türk milletinin sena-i Peygamberîye mazhar olduğu hakikattir. Bir numunesi Sultan Fâtih hakkındaki hadistir.” demektedir. 

Mektubat’ta da “Türk milleti anasır-ı İslamiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslamiyet’le imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın.” ifadesine yer vermektedir.

—DEVAMI YARIN—

Okunma Sayısı: 1737
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı