"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Subjektif millet anlayışı ne demek?

01 Mart 2024, Cuma
Subjektif millet anlayışına göre insanları millet haline getiren bağlar manevi niteliktedir ve birtakım duygu ve düşüncelerden meydana gelir. Bu duygu ve düşünceler ise kısaca, ortak bir maziye sahip olmak ve gelecekte birlikte yaşamayı arzu etmektir.

Seminer: Anayasalar ve Milliyetçilik - 1
İbrahim Aktaşçı

GİRİŞ: 

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi, iki haftada bir yapılan milliyetçilik temalı seminerlerine devam ediyor. En son gerçekleştirilen seminerin konuşmacısı Hukukçu İbrahim Aktaşcı idi. Yeni Asya Gazetesinden köşe yazıları da yazan konuşmacının seminer başlığı “Anayasalar ve milliyetçilik” idi. 

Bu semineri ve konuşmayı hazırlarken, genel kaynaklar yanında bilhassa Prof. Dr. Kemal Gözler’in, “Devletin Bir Unsuru Olarak ‘Millet’ Kavramı” makalesi ile Deniz Polat’ın “Milliyetçilik ve Anayasalar” ve Tolga Şirin’in “Türk Anayasalarında Milliyetçilik” isimli Yüksek Lisans tezlerinden faydalandım. 

Evet, şahıslar milliyetçi olabilir. Peki ya devletler ya da anayasaları? Anayasalar milliyetçi olabilir mi? Milliyetçi anayasa olursa nasıl olur? Örnekleri var mıdır? 

Bir soruyla başlamak istiyorum:

Çekirdek bir aile düşünelim. Baba, anne ve iki oğul. Annenin bir yeğeni var ve ailesi vefat etmiş, yetim kalmış. Bundan böyle bu çekirdek aile aynı evde birlikte yaşayacak. Yani baba, anne, iki oğul ve bir erkek yeğen. Evin reisi olan baba, evin düzenini sağlamak üzere kurallar koyacak, bu kuralları bir kağıda yazacak ve evin girişine asacak.

Şimdi, babanın hangi kuralları koymaya hakkı vardır? Hangi kuralları koyarsa erkek yeğene haksızlık etmiş olur? 

Mesela; evde yaşamaya devam edebilmesi için erkek yeğene kendi soyadını taşıma şartını koşabilir mi? Ya da kendisine baba deme zorunluluğu getirebilir mi? Erkek yeğenin kendi atalarını anmasını yasaklayabilir mi?

Evin reisi olan babanın evvela kendi evlatlarının istikbalini düşünmesi hakkıdır. Fakat bunu yaparken, erkek yeğen için neleri sınırlama hakkına sahiptir, neleri sınırlandırıp kısıtlarsa onu ötekileştirmiş olur?

Şimdi seminer konumuza giriş yapalım ve bu soruların cevaplarını seminerin sonuna bırakalım. 

Anayasalar birer toplumsal sözleşmedir

Anayasalar birer toplumsal sözleşmedir. Toplumsal sözleşme fikrinin gelişmesiyle ortaya çıkmışlardır.

Bilindiği üzere insanlar bir arada yaşarlar ve fıtratları gereği ellerindeki gücü ve çeşitli imkanları başkalarına karşı uygulamaya meyillidirler. Bu sebeple topluluklar halinde yaşayan insanlar arasında hep bir rekabet hali vardır. 

Bu rekabet hali sebebiyle de can ve mal güvenliği olmaz ve kamu düzeni sağlanamaz. Bu sebeple barış ve güvenliği sağlamak için toplumsal bir sözleşmeye ihtiyaç vardır. Bu sözleşme ile toplumsal hayata ilişkin kurallar koymak gerekir. 

Elbette toplumsal sözleşme de tek başına yeterli değildir. Bu sözleşmenin işlemesi için bir de devlet gerekir. İşte anayasalar temelde böyle bir toplumsal sözleşme fikrinden ortaya çıkmış ve gelişerek bugünkü halini almıştır. 

İnsansız devlet olmaz

Bir devletin kurulabilmesi için gerekli olan ilk şey insandır. Tek başına bir insandan da devlet olmaz. O halde devletin kurulabilmesi için bir halka, tebaaya gerek vardır. 

Evet, bir devletin kurulabilmesi için millete sahip olması şarttır. Peki, bir arada yaşayan her insan topluluğu millet midir? Değildir elbette. Bu insanların birbirlerine bir takım bağlar ile bağlanmış olması gerekir. Peki, devlet kurabilen ve millet olarak tanımladığımız bu toplulukları birbirine bağlayan bağlar nelerdir? Sıradan bir topluluk, ne olursa bir millet haline gelir?

Doktrinde iki türlü milliyet anlayışı vardır. Objektif millet anlayışı ve sübjektif millet anlayışı. 

Objektif millet anlayışına göre, toplulukları birbirine bağlayan şeylerin elle tutulur gözle görülür olması yani objektif olması lazımdır. 

Subjektif millet anlaşıyında ise milleti oluşturan insanlar birbirlerine sübjektif bağlarla da bağlanabilir. 

Objektif millet anlayışı

Objektif millet anlayışında üç objektif bağ dikkat çekiyor.

Birincisi, ırk bağı yani ırk birliği: “Irk birliğini esas alan görüşe göre insanları millet haline getiren şey ırk birliğidir. Bu görüşe göre, bir arada yaşayan insanların bir millet haline gelebilmesi ve devlet kurabilmesi için aynı ırktan olmaları, aynı soydan gelmeleri lazımdır. Aynı soydan gelen insanlar her nerede yaşarlarsa yaşasınlar, aynı ve tek bir milletten kabul edilir.” 

Irk birliği teorisine göre bir devlet başka bir devletin egemenliği altında yaşayan ırktaşlarını kurtarmalı ve en nihayetinde ırktaşların yaşadığı her toprak parçası ele geçirilmelidir. Bu sebeple ırk birliği görüşü yayılmacı ve emperyalist bir devlet anlayışına sebebiyet verir. 

Objektif millet anlayışındaki ikinci görüş dil birliğidir. Bu görüşe göre insanların devlet kurabilmesi için aynı dili konuşmaları gerekir. Aynı dili konuşmayan insanların devlet kurması pek beklenemez. Bu sebeple bu görüşün bir hakikat payı vardır. 

Ancak aynı dili konuştukları halde birden fazla devlet kuran topluluklar vardır. Arap devletleri buna örnektir. Yine; ancak farklı dili konuştukları halde tek devlet çatısı altında olan topluluklar da vardır. İsviçre, Belçika gibi ülkelerde tek bir devlet olmasına rağmen birden fazla dil konuşulur. 

Üçüncüsü din birliğidir. Bu görüşe göre de bir arada yaşayan insanların bir millet oluşturabilmesi için aynı dine sahip mensup olmaları lazımdır.

Sizce bir milletin devlet kurması için bu üç görüşten hangisi daha önce gelir, gelmelidir? Yani bir insan topluluğunu millet haline getiren şey evvala hangisidir? Irk mı, dil mi, din mi?

Burada hangi cevabı verirsek verelim dünyada karşılığı olmayan aksi durumların olduğunu görürüz. Aynı ırktan olup farklı devletler kurulmuş mudur, evet. Aynı dine mensup oldukları halde farklı devletler kuran millet var mıdır, evet. Yine aynı dili konuştuğu halde farklı devletle kuranlar da vardır.

Hatta ırkı, dini, dili aynı olup tek bir devlet çatısı altında toplanmaya razı olmayan milletler dahi vardır. Arap devletleri buna güzel bir örnektir. 

O halde milletlerin hangi objektif bağları taşıdıkları değil kendilerini nasıl hissettikleri önemlidir. İşte subjektif millet anlayışı da bunu savunur.

Subjektif millet anlayışı

Subjektif millet anlayışına göre insanları millet haline getiren bağlar manevi niteliktedir ve birtakım duygu ve düşüncelerden meydana gelir. Bu duygu ve düşünceler ise kısaca, ortak bir maziye sahip olmak ve gelecekte birlikte yaşamayı arzu etmektir. 

Millet haline gelmiş ve devlet kurmuş toplulukların anayasalarına baktığımızda, anayasalarında milletlerinin tanımlarını yaptığını görürüz. İşte bu tanımlar; hangi millet anlayışını, hangi görüşü esas aldıklarını bize gösteriyor.

Objektif millet anlayışını esas alan devlet anayasalarında, genellikle ırk birliği, dil birliği ve din birliğine atıf vardır. 

Subjektif millet anlayışına göre hazırlanan anayasalarda ise genellikle vatandaşlık bağı dediğimiz bir bağa atıf yapılır. Vatandaşlık bağı, ırk, dil, din, cinsiyet farketmeksizin bir devlete bağlı olma halidir.

Bugünkü modern anayasalarda, hem toplumun çoğunluğunu oluşturan ırka atıf yapıldığı, hem de o ülkede yaşayan ancak azınlık durumunda olan ırklar için vatandaşlık bağına atıf yapıldığını görüyoruz.

Tabii bir de meselenin şöyle bir yönü var. Bazen Anayasadaki “millet” tanımının da pek bir önemi kalmıyor. Siz Anayasanızda herhangi bir ırka, dile ve dine atıf yapmadan, gayet modern bir millet tanımı yaptınız diyelim. Ama kanunlarınız o ülkenin çoğunluğunu oluşturan ırkı üstün gören, azınlıkları ise ötekileştiren türden. Bir de kanunların anayasaya uygunluğu da denetlenmiyorsa fıkradaki gibi “siz anayasada yazana ne inanıyorsunuz canım, saf mısınız?” durumu ortaya çıkacaktır. 

Bir gazete satıcısı şöyle bağırır: “İkinci baskı bir lira, ikinci baskı bir lira…” Yoldan geçen bir müşteri, gazete satıcısına bir lira uzatır ve gazeteyi satın alır. Gazeteye şöyle bir göz atan adam çok uzaklaşmadan geri döner ve satıcıya öfkeyle söylenir. “Utanmıyor musun be adam, niçin yalan söylüyorsun? Gazetenin üzerinde, fiyatı ‘elli kuruştur’ yazıyor.” Gazete satıcısı pek oralı olmaz ve uzaktan sırıtır: “Aman bre amca. Sen de pek bir safmışsın. Gazetenin yazdığı her şeye inanılır mı?”

Bunu şunun için anlattım. Şimdi bazı devletlerin anayasalarındaki millet tariflerinden örnekler vereceğim. Bunları duyunca sizler de “Anayasasında öyle yazıyor ama hal-i hazırdaki durum şöyle, onların ülkesinde şunlar yapılıyor” diyebilirsiniz. 

Dediğim gibi anayasada ne yazdığı kadar kanuni düzenlemeler ve o ülkenin ne kadar demokratik olduğu da o ölçüde önemli.

—DEVAM EDECEK—

Okunma Sayısı: 2537
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Halis

    1.3.2024 06:12:08

    Verimli bir çalışmaymış. Millet Meclisinde okunsa...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı