"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hayallerin çocukcası

14 Aralık 2014, Pazar
Küçükken hayallerim vardı. Ucuna ip bağlayıp gökyüzüne uçurduğum. Çocukluğumun gözleri vardı.

Gökyüzünden bana bakıp gülümseyen. Neşeyle, sevinçle oyun oynarken, hayallerim, geleceğim tutardı elimden. Mutluluk iki yanağımın arasındaydı. Gülünce ortaya çıkardı. Mutluydu çocuklar, umutluydu. Oynayacak ipleri, topları vardı. Rüzgâra doğru koşunca havalanan uçurtmaları. Hiçbir şey bulamazsak yol kenarından taş toplar, taş oynardık. Beş taş, on taş, üşenmez de toplarsak yüz taş… Arkadaş çok şey demekti o zamanlar. Kıyafetimizin hangi marka olduğuyla değil, sözümüzü yerine getirip getirmediğimizle yargılanırdık. Kurallar katıydı. Bir kere oyun oynamaya geleceğim deyip gelmediysen bütün arkadaşların küserdi sana. Konuşmazlardı, seninle oynamazlardı. Bu büyük yıkım, çocuk dünyanı alt üst edip barışmak için neler yapabilirim diye kıvranmanla devam ederdi. 

Evlerde su yoktu, ama çocukların kocaman dünyaları vardı. Parklar yoktu, ama bu kocaman dünyadan öyle oyuncaklar, öyle oyunlar çıkardı ki, değme parklarda yok şu anda. Yağmurlu havanın, karlı havanın, güneşli ve sıcak havanın oyunları farklı farklıydı. Anneler peşimizde “yemeğini ye, üstünü giyin” diye koşturmazdı. Acıkırsak yemek yer, üşüyünce üstümüze bir şeyler giyerdik. Hayatımızın kontrolü bizdeydi yani. Yazılı olmayan kurallar vardı evlerde. “Akşam ezanından önce evde olunur. Akşam namazından sonra oyun oynayan çocukların arasına şeytan girer.”

Bu geleneklerle büyüdük. Bu direktifler hayatımızı yönlendirdi. Rahatsız mıyım? Hayır. Çocukluğunu doyasıya yaşamış, oyunları dibine kadar oynamış bir çocuk, akşam ezanından önce evde olmaktan rahatsız olmaz. 

Okullar hayatımızın merkezinde değildi o zamanlar. Anneler babalar sadece karne getirince görürdü notlarımızı. Okuldan gelince dersler, ödevler yapılır; sonra dışarıya oynamaya çıkılırdı. Bizim sokağın, mahallenin kuralıydı bu. Anne ve babayla başka şeyler konuşulurdu. Sohbet, muhabbet edilir, çaylar içilirdi keyifle. Sonra “başarı notu” devreye sokuldu ve anneler babalar çocuklarının başarılarıyla, kazandıkları üniversitelerle övünür oldular. Aradaki yozlaşma o kadar hızlıydı ki, fark edemedik bile keyifli akşam sohbetlerinin seyrinin değiştiğini. Bütün karnem 5’lerle dolu bir şekilde okuldan eve koşa koşa gelip, babama karnemi gösterdiğimde, babamın “ya kızım, hiç değişik bişey yok bunda, baksana hepsi aynı, 5” dediğini ve gülüştüğümüzü hiç unutmam.

Sonra dershaneler çıktı, dershaneler girdi tahsil hayatımızın merkezine. Yemek saatleri değişti dershane saatlerine göre. Sohbetlerin muhtevası değişti, çocukların oyunları çıktı sahneden. Öksüz kaldı, yetim kaldı sokaklar, topraklar, taşlar, ağaçlar. Ağaçlara tırmanıp meyve toplayan, kavanoz kapakları toplayıp içine yaprak doğrayarak ”salata” yapan, kuyudan su çeken, çapayla toprak kazan çocuklar büyüdü. Yerine gelen nesil, sabahtan akşama kadar okulda derslerle boğuşuyor, “arkadaşlarımı geçmem lâzım” hırsıyla ders çalışıyor, eve gelip test çözüyor, ödev yapıyor (ya da yaptırılıyor!), yorulunca da bilgisayarda sanal oyun oynuyor. Aldığı, beslendiği “garip” besinlerle kısa sürede ergen oluyor ve müthiş sorunlu bir ergenlik dönemi yaşıyor. Bütün bunları da çabuk çabuk yapıyor. Ne dingin bir ruh hali var, ne yavaşlıyor, ne de durup kendini dinliyor. Coşkun akan nehir gibi oraya buraya yalpa vura vura, hayat yolunun keşmekeşli yollarında ömür tüketiyor.

Şimdilerde çocuklara dışarıda oyun oynatılmasını tavsiye eden uzmanları dinleyince eski çocuklar ve çocukluğum geliyor aklıma. İster istemez yukarıdaki çocukluk anılarım beliriveriyor zihnimde ve özlem duyuyorum çocukluğuma. Kendi çocuklarımı böyle bir çocuklukla tanıştıramadığım için hayıflanıyorum. Belki de sırf bu yüzden kızamıyorum onlara. Ortalıkta koşturup duruyorlar, kanepelerin üstünde geziyorlar diye. Hem bol enerjili besinler yedirip hem de onlardan sessiz sedasız yerinde oturan çocuklar olmalarını istemek, haksızlık olur bence. Belki de tam bu yüzden yağmur yağarken, kar yağarken çıkarıyorum dışarıya çocukları. Sırf yağmuru, karı doyasıya yaşasınlar diye. Üstleri ıslansın, çamur olsun, üşüsün, anne üşüdüm desin diye. Belki de bu yüzden hayalleri geniş, ufku kocaman, yaşı 6, elinde çöp kovası, otuz metre uzaklıktaki çöp bidonuna dizlerini geçen karların içinde bata çıka yürüyen ve yüzünde gülümsemeyle, şikâyet etmeden çöpü döküp yine aynı yolları, aynı şekilde geri dönen o küçük kız çocuğunu özlerim. İçli bir ah çekerek…                                                                                    

Okunma Sayısı: 1074
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı