"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üç düşman: Cahillik, fakirlik, ihtilâf

01 Kasım 2019, Cuma
Bediüzzaman cehalet zaruret ve ihtilâfa, husûmete karşı koymak için mücadelenin sanat, marifet ve ittifak silâhlarıyla olması gerektiğini söylemiştir.

Bediüzzaman Said Nursî gerek Osmanlı dönemi eserlerinde gerekse cumhuriyet dönemi eserlerinde Müslümanların ve ülkemiz insanlarının kurtuluşu için üç düşmanla mücadeleyi esas almıştır. Bu üç düşman eski ve yeni Said dönemlerinde değişmemiş, pek çok eserinde aynı kalmıştır. Bunlar cehalet, zaruret ve ihtilâftır.

Münâzarât adlı eserinde bu düşmanları “cehalet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafidi (torunu) husûmet bey” olarak tanımlamıştır. Böylece cehaletin diğer iki düşmanın başı ve esası olduğunu söylemiş, zaruret, fakirlik ve yokluğu, yoksulluğu cehaletten neşet eden oğullar hükmünde görmüştür. Husûmetin, düşmanlığın, tefrikanın ise her ikisinin devamı mesabesinde olduğunu belirtmiştir. 1 Cehalet çözülmeden zaruret, yokluk ve sıkıntıların bitirilmesinin; o bitirilmeden de husûmetlerin, tefrikanın bitirilmesinin ve ittifaka ulaşılmasının mümkün olmadığını, problemlerin müteselsil ve birbirine bağlı olduğunu ifade etmektedir. Hutbe-i Şamiye’de ise cehaletin neticesini “muhalefet-i şeriat” olarak ifade etmektedir. Kanaatimizce bunu sadece şeriat-ı İslâmiye olarak anlamak doğru değildir. Cehalet sadece İslâm’ı, Allah’ı bilmemek değildir. Cehalet şeriat-ı fıtriyeye, Allah’ın yarattığı tabiî kanunlara da karşı gelmeyi ve onları yeterince ve gerektiği şekilde anlamamayı da ihtiva etmektedir. Bediüzzaman “zaruret” denilen düşmanın su-i ahlâka ve dolayısıyla ihtilâfa, nifaka ve garazlara sebep olduğunu belirtmektedir. 2 

Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Hazret-i Peygamber: “fakirlik neredeyse küfür olacaktı” 3 ifadesiyle fakr-u zaruretin, yoksulluğun pek çok problemin sebebi olduğuna dikkati çekmiştir. Yokluk ve fakirliğin olduğu toplumlarda değerler, ahlâk ve ilkeler ciddî şekilde aşınmakta, insanlar şartların ağırlığı nispetinde inanç ve ahlâklarından, değerlerinden taviz verebilmektedirler.

Said Nursî 1908 yılında Kürtlere hitap ettiği bir yazısında üç düşmandan fakirliği birinci olarak saymış ve İstanbul’da bulunan 40.000 Kürt hamalın varlığını fakirliğin Kürtlere tasallutunun bir örneği olarak görmüştür.  Bu tasnifte cehaleti ikinci sırada saymakla birlikte fakirliğin istilâsının en büyük yardımcısı olarak görmektedir. Öyle ki bu fakir 40.000 hamal arasında bir gazeteyi okuyabilecek kadar okuma yazma bilenlerin binde bir olduğunu ifade etmektedir. Üçüncü düşman olarak ise ihtilâfı ve cahilane adetleri saymaktadır. 4

Bediüzzaman cehalet zaruret ve ihtilâfa, husûmete karşı koymak için mücadelenin sanat, marifet ve ittifak silâhlarıyla olması gerektiğini söylemiştir. 5 Üstadın eserlerinde geri kalmışlıktan kurtulmak, medenilerle yarışabilmek ve zarureti aşabilmek için çalışma, taksimü’l-a’mal ve teşrikülmesaiye 6 dikkat çekilmekte, iş bölümüne ve işbirliğine sıkça vurgu yapılmaktadır.

Teşebbüs-ü şahsî

Bediüzzaman Eski Said dönemi eserlerinden Makalat isimli eserinde üç büyük düşmanımıza karşı mücadele edilecekler arasında diğer eserlerde sayılanlardan farklı olarak girişimciliği, teşebbüs-ü şahsîyi de saymaktadır: “Şimdi bilmeli ve anlamalıyız ki, şu üç düşmanımızı kahretmek ve o üç cevherimizi onların ellerinden kurtarmak için de elmastan masnu üç seyf-i satı-ı celadet bize lâzımdır: Birinci kılıcımız maarif, ikinci ittifak ve muhabbet-i millî, üçüncü de teşebbüs-ü şahsî ve sa’y-i nefsîdir. Herkes nefsine (şahsına) itimat etmelidir ki, haricin muavenet imtinanından, (minnetinden) tezellülden, iftikardan istiğna hâsıl etsin, mezellet yükleri altında eğilmekten, her dest-i kahr-ı itisafa boyun eğmekten azade kalsın”

Bediüzzaman burada diğer mücadele araçları yanında teşebbüs-ü şahsîyi, girişimciliği, bizzat çalışmayı öne çıkarmaktadır. Girişimciliğin, çalışmanın, üretkenliğin başkasından yardım talep etmekten, zelil hale düşmekten, haksızlıklarla ezilmekten kurtaracağını söylemektedir. Nefse itimat kavramı ile kişinin kendine güven duymasından, ezik olmamasından, cesaret sahibi olmasından bahsettiğini düşünmekteyiz.

Batı medeniyetinin gelişmesinde ve inşasında, İslâm medeniyetine galebe çalmasında burjuva sınıfı, tüccarlar ve bunların girişimciliği çok önemlidir. Yukarıdaki paragrafta ifade edildiği şekilde Batı şahsî teşebbüsü öne çıkararak, kişilerin güven duygusunun gelişmesine yol açmış, hatta maceracılığın önünü açarak pek çok keşif ve icadı yapmıştır. Coğrafî keşifler dâhil Batı’da geliştirilen icatlar, keşifler hep merak duygusunun önünün açılması ve kişilerin şahsî kabiliyetlerinin önemsenmesiyle olmuştur. Batı medeniyeti son dört beş asırda ferdi ve becerilerini, kabiliyetlerini önemsemiş, bunu işbirliği ve ortak çalışma ile medeniyetinin motoru haline getirmeyi bilmiştir.

Bediüzzaman bizim medeniyetimizin de yine girişimciliğin desteklenmesiyle ve kişilerin güven ve cesaretlerinin önünün açılmasıyla gelişeceğini ve bu şekilde başkalarının minnetine girmekten ve zelil olmaktan, güçlülere boyun eğmekten kurtulacağımızı ifade etmektedir.

İslâm toplumlarında işbirliğine, müşterek hareket etmeye, cemaate çokça vurgu yapılsa dahi kişiye, ferde ve ferdî kabiliyetlerin geliştirilmesine, girişimciliğe yeterince vurgu yapılamamaktadır. Ferdî çabalar cemaat, kitle hareketlerinin gölgesinde kalmaktadır. Oysa İslâm’ın özü, ruhu ferdin kabiliyetlerinin geliştirilmesini teşvik etmektedir. Allah her insanı müstakil fertler olarak yaratmıştır ve her kişi ahirette Allah’a hesabını kendisi verecektir. Dünyevî ölçüler açısından baktığımızda da İslâm inancına göre kişiler şahsî kusurlarının vebalini bizzat ödemek durumundadırlar. Bunun yanında karı koca arasında dahi mal ayrımı ve şahsî kazanç, gelir-gider ayrımı söz konusudur. Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “kimse bir başkasının günahı yüzünden sorumlu tutulamaz” 7 demektedir. Ne var ki uygulamada doğu toplumları ve Müslümanlar olarak ferdi/kişiyi/bireyi geri plana itmiş, cemiyet hayatını ve toplu yaşamayı, toplu hareketi öne çıkarmışızdır. İslâm’ın temelde ferdi esas almakta, ona sorumluluk vermekte olduğu halde fert; cemaatin, cemiyetin, aşiretin vd. içinde kaybolmuş ve melekelerini, becerilerini yeterince geliştirememiştir. İtaat kavramının da bu noktada yanlış kullanıldığı, itaatin ferdî özelliklerin bastırılması, örtbas edilmesi şeklinde su-i istimal edildiği söylenebilir. Günümüz şartlarında da cemaat, tarikat yapılarının, İslâmî oluşumların bazılarında “cemaat ruhu,” “itaat,” “fitne çıkarmama,” “huzur ve uyumu bozmama” gibi gerekçelerle ferdî kabiliyetleri baskıladığı görülmektedir. Oysa tam da bu noktada Bediüzzaman içinde bulunduğumuz zaruret, fakirlik ve geri kalmışlıktan kurtulmanın en önemli silâhlarından birisi olarak teşebbüs-ü şahsîyi, girişimciliği ve kişinin kendine güven duymasını (nefsine itimat) saymaktadır.

Girişimcilik ve teşebbüs-ü şahsî konusunda Bediüzzaman’ın referans aldığı naslardan birisi de “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” 8 âyetidir. Said Nursî Divan-ı Harb-i Örfî adlı eserinde, geçmiş dönemlerde keşmekeşliğe sebebiyet veren ağalık eğilimi, başıboşluk ve enaniyet gibi olumsuz duyguların geleceğin saadetli medeniyet sarayında “fikr-i icada ve teşebbüs-ü şahsiyeye ve fikri hürriyete inkılâp edeceğini” söylemektedir. Bediüzzaman, ağalık, tahakküm ve enaniyet gibi yaklaşımların düşüncenin doğurganlığını engellediğini, bunun ferdî girişimcilik ve düşünce hürriyeti ile aşılacağını ve gelecekte kurulacak medeniyetimize esas teşkil edeceğini ifade etmektedir.

Ticaret ve girişimcilik

İslâm medeniyetinin zayıflaması ve Batı karşısında gerilemesi; ticareti ve ticarî yolları, yeni kaynakları ve pazarları Batılılara kaptırmasıyla, ticaret, bilim ve sanatta kendisini yenileyememesiyle doğrudan ilgilidir. Coğrafî keşiflerle Avrupalılar yeni yollar keşfetti, bu yollar üzerinden yeni ticarî kanallar geliştirdi ve ticaretin yönünü, niteliğini değiştirdi. Osmanlılar ve Müslümanlar ise dünyadaki ticaret ağından koptular. Avrupa’da yetişen yeni, atılımcı tüccar sınıfı Batı medeniyetinin ve kalkınmasının lokomotifi oldu. Bu süreç zarfında Müslümanlar ve Osmanlı devleti çıkarlarını ve hâkimiyet alanlarını sadece askerî güçle ve devlet imkânlarıyla korumaya çalıştı. Müslüman unsurlar askerlik ve memuriyetle meşgul olurken, ticaret,  sanat azınlıkların, gayrı Müslimlerin kontrolüne geçti. Sonuç olarak, Müslümanlar servet kaynaklarından ve ticaret imkânlarından mahrum kalarak zayıflama ve çöküş sürecine girdiler. Kapitülasyonlarla birlikte Osmanlı coğrafyası Batı’nın pazarı haline geldi. Diğer İslâm coğrafyalarından pek çoğu Batı işgali altında kaldı ve sömürge oldular.

Oysa başta Hazreti Peygamber (asm) olmak üzere Müslümanlar ticarete yatkın ve yakındır. İlk Müslümanların pek çoğu tüccardı. 

Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm: “Rızk’ın onda dokuzu ticarettedir”, 9 ”Doğru olan tacir kıyamet günü Arş-ı A’la’nın gölgesi altındadır.” 10 “Kişinin yediği yemeğin en helâli, el emeği ve meşrû alış verişten elde ettiği kazançtır” 11 buyurarak müntesiplerini ticarete teşvik etmiştir.

Müslümanlar tüccar insanlardı ve Asr-ı Saadeti müteakip asırlarda İslâm, Endenozya’dan Güney Afrika uçlarına kadar uzanan sahiller boyunca Müslüman tüccarlar tarafından yayılmıştı. Selçuklu döneminde ticarete büyük önem verilmekte, kervansaraylar yapılmakta, ticarete ve tüccarlara dönemin şartlarına göre önemli imkânlar ve kolaylık sunulmaktaydı. Osmanlı döneminde Müslüman halklar nezdinde tarıma, askerliğe ve memuriyete rağbet edildiği görülmektedir. Bu durum uzun vadede Müslümanların aleyhine, azınlıkların lehine olmuş; Müslümanlar ticaretten, zanaattan ve dolayısıyla servetten, zenginlikten uzak kalmış, fakirliğe duçar olmuşlardır.

Bediüzzaman İktisat Risalesi’nde, 19. Lem’anın Yedinci Nüktesi’nde çalışma ile iktisat ve şükür arasında güçlü bir bağ kurarak israfın, kanaatsizliğin çalışma şevkini kırarak insanı atalete, tembelliğe iteceğini ifade etmektedir. İktisatsızlığın tüketicileri çoğaltacağını, üreticileri azaltacağını, bu nedenle de herkesin gözünü hükümet kapısına, memuriyete dikeceğini, hayatı içtimaiyenin medarı, esası olan sanat, ticaret ve ziraatın azalacağını, sonuçta o milletin fakir ve güçsüz düşeceğini söylemektedir. 12 “İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer.” 

Bediüzzaman medeniyetin marifet sanat ve ticaret üzerinde gelişip yükseldiğini ifade etmektedir. “Medeniyet neyle kaimdir?” sorusuna: “marifet ve sanat ve ticaretle” 13 cevabını vermektedir. Bediüzzaman Osmanlı döneminde Müslüman unsurların ticaretten uzak kalıp memuriyet ve askerlikte istihdam olunmalarının Müslümanların aleyhine olduğunu, bu durumun: “Neslen ve serveten tedennîmize ve gayr-ı Müslimlerin terakkisine” sebep olduğunu belirtmektedir.

Dipnotlar:

1. Münâzarât, İfade-i Meram ve Uzunca Bir Mazeret: 69.

2. Hutbe-i Şamiye, Reddu´l Evham: 102.

3. Beyhaki, Şu’abu’l-İman, İV: 267.

4. Eski Said Dönemi Eserleri, Makalat, s.25.

5.Tarihçe-i Hayat, Birinci Kısım, İlk Hayatı: 57, Divan-ı Harb-i Örfî, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi: 23.

6. Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a: 169.

7. Zümer Sûresi: 7.

8. Necm Sûresi: 39.

9. Suyuti, el Câmi’u’sSağîr 3, 244.

10. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/peygamber-efendimizin-sunnetine-gore-ticaret-esaslari 22.2.2015

11. http://www.kuranvehadis.com/hadislerle/ticaretin-tesvik-edilmesi-ve-dogrulugun-fazileti.html 22.2.2015

12. Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a: 149.

13. Muhakemat, İkinci Mesele: 53.

Okunma Sayısı: 14379
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • betül b.

    1.11.2019 10:13:30

    4. düşman,çevre kirliliği.Avrupalı bilim adamları bozulan ekosistemi tamir süresini tam 5beş) yıl olarak tespit etmişler.Bu kısım bilimsel.Bir yaban arısının eksik kanatla beslendiğini gördüm.Uçabiliyor.Eksik kanatla, yaşamaya çalışıyor.Av-avcı ilişkisi bozulmuş.Ne yapılsa kar.Çiçek dik,ağaç dik.Eski florayı bozmamaya dikkat et.Ekosistemi tamir tam beş yıl.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı