"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın: Çocuklarımıza örnek olalım

12 Haziran 2012, Salı
Doğruluk… Bir çırpıda söylenen, yaşaması ise bir ömür devam etmesi gereken bir kavram… Doğruluk nedir? diye sorsak kendimize cevabımız ne olurdu? Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın ile doğru insan profilini çizmeye çalıştık.

Bu sohbet, “emin” vasıflı Peygamberimizi (asm) anmanın yeterli olmadığını, “emin” vasıflı insan olmanın önemini ve ihtiyacını dile getiren bir arayışın cevaplarını içeriyor. Dürüstlüğün ve doğruluğun koordinatlarını bulabileceğimiz Nebevî çözümlerin hayatımıza yerleşebilmesi duası ile istifadeli okumalar…
İsterseniz toplumumuzun “doğruluğa” verdiği önemle başlayalım sohbetimize…
Biz Türkiye’de ahlâk eğitiminden yoksun yaşıyoruz. Herhangi bir sorun durumunu üç aşamada ele almamız gerekiyor. Birincisi, problemi görme var; ikinci olarak sorun çözme var, bir de en önemlisi problemi yaşama var. Biz toplum olarak canımızı yakmaya başlayınca fark ediyoruz sorunları. Müslüman feraset sahibi olmalı diyoruz ama Müslümanın canı yanmadan bu sorunları fark etmesi lazım değil mi? Bizim yirmi yıl önce bugünkü sorunları görmemiz gerekiyordu. İslâmiyet’in 4 ana unsuru var; inanç, ibadet, muamelat ve ahlâk. Biz bunları birbirinden ayrı tuttuğumuz zaman sorunlar başlıyor. Hâlbuki İslamiyet hepsini içine alıyor. Ahlâk eğitimi bu yüzden çok önemli, önemli olduğu kadar da zor bir eğitim.
Konumuza dönersek bizim ilk olarak doğruluğu tanımlamamız gerekiyor sanırım.

Nedir doğru olmak?
Doğruluk bir şeyin aslına uygun olması, insanın söz ve davranışlarında uyumun olması, yapılan işte veya söylenen sözde her hangi bir yalanın olmaması demektir. Doğruluk sanıldığı gibi sadece sözlerde yalanın olmaması değil, her hareketinin de sözünü desteklemesidir bir anlamda.
 
Peki, sizin gözlemlerinize göre ebeveynler bunun ne kadar bilincinde?
Bizim konuşmada ya da bilgide bir sorunumuz yok. Sokaktan geçen her hangi bir insana da sorsanız, size doğruluğun ne kadar önemli olduğunu söyler. Bugün doğruluğu bilmeyenimiz yok; ama eylemlerde bu doğruluktan yoksunuz, yapamıyoruz açıkçası. Bu sadece doğrulukta değil birçok ahlâkî vasıflarda böyle. Biz doğru olamıyoruz… Bu da bize ahlâk eğitiminin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. İyi huyları yaşamak, kötü huylardan da kaçınmak zor. Niye? Çünkü insan doğduğunda her ikisini de yapmaya eğilimli olarak dünyaya geliyor. İmtihansa bunların orta yolunu bulmakta. Mesela, her insanda kıskançlık duygusu var. Bunun iyi anlamda kullanılmasına gıpta; aşırıya gitmesine ise haset diyoruz ki, bu da zaten ahlâk boyutunda haramdır. Efendimiz, “Hayırlı olan orta yoldur” buyuruyor. Anneler babalar bunun farkında mı? Evet, aslında farkındalar, ama yapamıyorlar. Mesela cömert olmak çok önemli, ama aynı zamanda zor bir erdemdir. İnsan niye bunu yapamıyor, neden yalan söylüyor? Ya doğru söylediğinde kendisine bir zarar gelecektir ya da bir faydadan mahrum kalacaktır. İnsan, işte tam da burada imtihana tâbi tutuluyor ve nefsine yeniliyor.
 
Anne babalar, gerçekleştiremediği erdemleri çocuğa nasıl verebilir ki! Erdemler örnek olmadan sadece anlatılan değerler midir?
Doğru, veremez. Bir defa şunu iyi bilmemiz gerekiyor; anne baba çocuğuna bilgi vererek ama daha çok davranışlarıyla örnek olarak eğitir. Biz buna model olarak öğrenme diyoruz. Peygamberimiz’i (asm) özel kılan, doğru model olması değil midir? Söylediği her şeyi önce yapmıştır, yaparak öğretmiştir. Anne baba doğal hayatın içinde neyseler çocuğa da onu verir, onu öğretirler. “Anasına bak, kızını al.” Atasözünde de model olmak anlatılmak isteniyor aslında. Karşı çıksa, benimsemese bile onu olduğu gibi alıyor. Annesinden babasından gördüğünü devam ettiriyor. Dayak yemişse, karşı çıkmasına rağmen oda çocuğuna uyguluyor. İnsanın kendini yetiştirip düzeltmesi ayrı bir durum, ama genel tablo budur.
İnsan, duyduklarından çok gördükleriyle eğitilir. Bu açıdan bakıldığında anne babanın örnek oluşu çocuğun temel ahlâk ilkesini oluşturuyor. Çünkü ahlâk eğitiminin en etkili yöntemi örnek olmaktır. Bunun üzerine bilgi vererek ilaveler yapılacak tabiî ki! Bazen çocuk yanlış yaptığında anne baba bağırıyor. Çocuk, “Ne yaptım acaba?” diye afallıyor. Yaptığının hata olduğunun farkında değil, bilmiyor. Adı üstünde çocuk. Doğru olan, bağırmadan önce anlatması değil mi? Etkili olmak istiyorsa, nasıl model olduğuna baksın. Bugün ahlâk eğitiminin okul öncesi çağda şekillendiğini hepimiz kabul ediyoruz.
 Biz toplum olarak dinlediklerimizi üzerimize almıyoruz gibi geliyor bana. Kendimizi her zaman dinlediklerimizin dışında ayrı bir tabloya koyuyoruz. Durum böyle olunca hataları düzeltme gibi bir durum da olmuyor. Kısır bir döngü…
  Burada iki türlü bir durum var. Birincisi anlatanda, diğeri dinleyende hata var. Anlatan bunun yöntemini bilmiyor. Teorik olarak anlatıyor. “Doğruluk güzeldir, iftira kötüdür, hırs zarar verir” gibi klasik anlatımlar. Böyle olunca kimse söylenenleri üzerine almıyor. Hâlbuki doğruluğu somutlaştırarak anlatmamız gerekiyor. Mesela; doğru insan kendisine bir emanet verildiğinde onu korur, verdiği sözü unutmaz ve sözlerini yerine getirir. Doğru insan, ne olursa olsun, her zaman doğruları söyler. Doğru bir öğrenci sınavda kopya çekmez. Hatasını kabullenir, suçu başkasının üzerine atmaz. Tutarlıdır; yaptıkları ve söyledikleri birbiriyle çelişmez. Alışveriş yaptığında karşısındakini kandırmaz. Bu şekilde, doğruluğu örneklerle somutlaştırıyoruz ki böylece kişi kendisini analiz etsin. Bunu Efendimizin (asm) hayatında da görüyoruz. Efendimiz (asm) söylediği şeyleri somutlaştırıyor. Müslümanın vasıflarını sayarken, “Selâm verir.” diyor mesela. “Cenazesine gider, hastalandığında ziyaret eder” diyor. Bunlar somut örnekler bakın; Müslüman kendini kontrol etmeli ben bunları ne kadar yapıyorum diye… Bugün biri çıkıp ahlâk eğitimini anlatıyor; “Adil olun” diyor; “Peki, nasıl adaletli olalım?” “Peygamberimiz büyük bir liderdi, adaletliydi” deniyor. Merhametliydi, sabırlıydı, eşlerine iyi muamele ederdi. Biz bunları zaten biliyoruz. Ben de adaletli olmak istiyorum, ben de Peygamberimiz (a.s.m.) gibi bir eş olmak istiyorum. Bunun için ne yapmalıyım? Bu örneklerden kendimize pay çıkaramıyoruz, orada tıkanıyoruz. İnsanlar anlayamıyor, bunun için anlatılanların somutlaştırılması gerekiyor. Dolayısıyla doğruluk ya da başka bir erdemden bahsedildiğinde tek tek örneklendirmek, anlatmak gerekiyor.
  Eğitimde hem duygulara, hem de akla hitap etmemiz gerekiyor. Söylediklerimizin gerekçelerini çocuklarımıza anlatmamız gerekiyor. Başta demiştik ya, iki türlü bir durum diye. Öğretenler, ahlâkı nasıl öğretmeleri gerektiğini tam bilmiyorlar. Ahlâk sadece anlatılarak öğrenilecek bir kavram değil ki! Arkasından yaşatmak, teorikte bırakmamak gerekiyor. Doğruluktan bahsediyorsanız eğer, çocuğa doğruluğun güzelliğini tattırmanız; yanlış yaptığında da bunun acısını yaşatmanız gerekiyor. Yalancılığının acısını yaşatmanız lazım.
İmam hatip lisesinde okurken psikoloji hocamız bir gün derse girdiğinde, “Okuduğunuz ders kitabının yazarını defterinize yazın.” dedi. Biz soruyu dinlerken diğer yandan, “İki dakikalık işim var, siz onu yazana kadar hemen dışarıya çıkıp geliyorum” diye gitti. Hoca çıkınca doğal olarak kitabı çıkarıp baktık, tabii hocamız bunu yapacağımızı biliyordu. Geldiğinde bakmamışız gibi davranınca kızdı, bağırdı ve “Siz sahtekârsınız.” dedi. Bunu hâlâ unutmamışımdır. Çünkü yalanın acısını yaşatmıştı bize. 
  Biraz önce verdiğiniz örnekte öğretmenin hakaret ettiğinden bahsettiniz. Bu yöntem çocuğun gururunu incitmez mi?
  Doğru, hakaret etmemeli tabiî ki… Ama hakaret etmeden de çocuğa o utancı pekala yaşatabilirsiniz. Çocuğun o utancı yaşaması yeter. Bir gün öğrencilerime ders görmeleri gereken bir konu için, “Yarın filan kitabımı masanızda bulacaksınız.” dedim. Ertesi gün gittiğimde çocuklar beni bekliyordu, kitabı sordular. “Ne kitabı?” dedim. “Hocam, bize söz vermiştiniz kitap getireceksiniz.” dediler şaşkınlık içerisinde. Biraz konuştuktan sonra açıkladım ve “Verdiğiniz sözde durmadığınız zaman karşınızdaki insanı ne kadar incittiğinizi görmeniz için bunu yaptım” dedim. Çocuğa, sözünde durmamanın ne kadar yaralayıcı olduğunu bizzat yaşatmanız gerekiyor. Başka bir dramayı formasyon öğrencilerime uyguladım. Bir ders günü masama oturup, sitem ederek, “Beni idareye şikâyet etmiş, dekana hakkımda dilekçe vermişsiniz.” dedim. Tabiî şaşırarak, “Hocam, yok öyle bir şey. Kim söylediyse yalan” şeklinde savunmaya geçtiler. Onlara da aynı açıklamayı yaptım. “İftira atmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmak istediğimi” belirttim ve “İftira atmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu tattınız mı?” diye sordum. Bunun neticesini alıyorsunuz, karşınızdaki bunu yaşayınca daha etkili oluyor…
Dikkatinizi çekmiştir; son zamanlarda ülkemizde bir büyüklenme kendini beğenme duygusu var, kimse hatalı olacağını kabul etmiyor. Herkes kendisini melek sanıyor. Ben seminerlerimde dinleyenlere, “İçinizde melek olan var mı?” diye soruyorum; “Yok!” diyorlar. “Peki, en son eşinizden ne zaman özür dilediniz?” diye soruyorum. Susuyorlar… Niye? Çünkü birçoğumuz ne derse desin kendisini mükemmel olarak görüyor, mükemmel olduğunu zannediyor. Nefsi temize çıkarmamak gerektiğinden bahsediyoruz hep. “Ben nefsimi temize çıkarmam, ancak Allah rahmet ederse o başka” diyor Yusuf Aleyhisselâm. Şimdi ise nefsi temize çıkarma hastalığı kol geziyor. Nefisler kabartılıyor, pohpohlanıyor; bir zaman sonra insan kendisinin mükemmel olduğunu sanıyor. İslâm âlimleri bunun için nefis muhasebesinin çok önemli olduğunu vurgular. Her akşam oturup bir nefis muhasebesi yapmak lâzım, “Ben nerelerde hata yapıyorum?” diye. Günümüzde melekler çoğaldığı için sanırım buna ihtiyaç hissetmiyoruz!
İnsan ya yaptığı şeyin yanlış olduğunu bilmiyor ya da kendi hatasını kabullenmiyor; hatayı kendine yakıştıramıyor. Hatayı kabul edip özür dilemek de bir erdem değil mi? Belki de en önemli erdemlerden biri. İğneyi başkasına çuvaldızı kendine batırmaktan bahsediyoruz, ama bunu maalesef yapamıyoruz. “Ben insanım, hata yapabilirim” diyebilmeliyiz. Abarttığımı düşüneceksiniz; belki ağır gelecek, ama bence biz ahlâksızız! Ahlâksızlık dendiğinde akla sadece kadın erkek ilişkilerindeki durum geliyor. Gıybet etmek de ahlâksızlık, iftira atmak da ahlâksızlık, yalan söylemek de ahlâksızlık, verdiği sözde durmamak da ahlâksızlık…
İhya-i Ulûmiddin eserinin Birinci cildinde, İmam-ı Gazalî “ilim” bölümünü anlatırken hangi ilimlerin farz olduğunu izah eder. “İlim farz”;  farz ne demek? Yerine getirmediğiniz zaman günah işlemiş oluyorsunuz, yani emre itaatsizlik. Peki, “Hangi ilimler farz?” Gazalî, bu soruya şu örneği vererek cevap veriyor: “Kuşluk vakti bir insan Müslüman olsa, önce imanın şartlarını öğrenmesi, öğlen vakti girince öğle namazı farz olduğu için namazla ilgili bilgileri öğrenmesi, Ramazan ayı geldiğinde oruçla ilgili bilgileri öğrenmesi farz oluyor. Eğer malı mülkü varsa ve zekât verecek durumdaysa zekâtla ilgili bilgileri öğrenmesi farz oluyor. Alışveriş yapacaksa alışverişle ilgili hükümleri öğrenmesi gerekiyor. Evlenecekse evlilikle ilgili hükümleri öğrenmesi farz. Yaşadığı sürece göre ihtiyacı olan hükümleri öğrenmesi farz oluyor. Ahlâkla ilgili bilgileri öğrenmesi de farz oluyor bu durumda. İyi huyları bilmek, kötü huyları bilmek de farz. Çünkü, “Eğer sen hasedin, gıybetin ne olduğunu bilmezsen bundan kaçınamazsın” diyor. Dolayısıyla onları bilmenin de farz oluşundan bahsediyor…
Bugün, maalesef, ahlâk kavramına olsa da olur, olmasa da olur gözüyle bakılıyor. Yemeğin üzerine tatlı yemek gibi bir durum sanki ahlâk. Bazen küçük çocuklara esma talimi yaptırırlar, dua ezberletirler sadece onlar yeterliymiş gibi. Halbuki okul öncesinde her şeyden önce ahlâk eğitiminin verilmesi lazım.
 
  Anne babanın çocuğuna, “Şöyle ol, böyle davran!” demesi yetmiyor dedik. O hâlde ailedeki ahlâk eğitimi ne zaman başlıyor diye sorsak?
Bir erkekle bir hanım evlenme kararını verdikleri andan itibaren ahlâk eğitimi başlıyor ve bitiyor aslında. Çünkü anne adayı olan hanım nasılsa, o kadar annelik yapacak; aynı şekilde baba da öyle. Evlilik kararının verilmesiyle çocukların eğitimine de karar verilmiş oluyor bu durumda.
Çocuğa ahlâk eğitimi verilmek isteniyorsa şu unutulmamalıdır: Eğitimin temeli sevgidir. Sevgi olmazsa eğitim olmaz. Aynı şekilde merhamet, şefkat olmadan da eğitim olmaz. Peki, çocuk sevgiyi ilk ne zaman tadar? Doğduğu anda annesinin göğsünün sıcaklığıyla tadar sevgiyi ilk. Bunun için ben, “Ne olursa olsun, ilk iki yıl anne çocuğundan hiçbir şekilde ayrılmasın.” diyorum. Anne olmadığı takdirde, o çocuğun ilk iki senesindeki boşluğunu ne teyzesi, ne komşusu, ne anneannesi kapatamaz. İlk iki yıl sadece anneye ihtiyaç duyar. Kur’ân, iki yıl emzirmeyi boşuna söylemiyor. Bu durumu anlatmak üzere “Ailede Ahlâk Eğitimi” kitabımda şöyle bir bölüm yer almaktadır: Ahlak eğitimi çocuğun doğumunda başlar

Ebeveynlerin “Bir şey olmaz!” diyerek çocuğun yemek yemesi ya da ağlamaması gibi nedenlerden dolayı söylediği yalanlar var bir de. Adını “masum” koyduğumuz bu yalanlardan gerçekten bir şey olmaz mı?
Ben seminerlerimde anne babanın çocuğunu yalancılığa nasıl alıştırdığını anlatıyorum. “Anne baba çocuğu yalancı yapar mı?” diyerek şaşırıyorlar. Çocuktan veremeyeceği sözleri almak nedir o hâlde? Çocuk verdiği sözde duramayacağını bilse de baskı altında olduğu için yalan söylemeye doğru gider. Çocuğun uslu durmasını bekliyoruz, bu mümkün mü? Mesela anne baba “Karşı komşuya gideceğiz, sakın ha bilgisayar açmayın” diyor. Çocuk“tamam”dan başka ne diyebilir bu durumda? Bir de geldiğinde soruyor, “Televizyon açmadınız, değil mi” diye! Çocuk, “açmadık” demek zorunda hissediyor kendisini…
  Bir defa çocuk zaten iki üç yaşına kadar yalanın ne olduğunu bilmez. Çocuk, “Benim filim var.” diyor; mümkün mü kocaman bir fil… Ama hayal dünyasında çocuk onu gerçek sanıyor. Çocuğa “yalancısın” dediğiniz zaman, dikkat edin, “yalan” kelimesini ilk siz öğretmiş oluyorsunuz. Çocuğunuzun elini yıkamayacağını biliyorsunuz. O zaman elini yıkadın mı? diye sormayacaksınız. O zaman ne yapacaksınız? “Ellerini yıka!” demek yerine, “Haydi beraber ellerimizi yıkayalım”, diyerek ona yardımcı olun. Çocuğunuza yalan söyletmeyin. Peygamberimizin (asm) tavsiyelerinde var: “Çocuğu aldatmayın.” diyor… Avucunu sıkı sıkıya kapatmış bir kadını bir çocuğa seslenirken görüyor. “Elinde ne var?” buyuruyor. “Hurma, ya Resulallah!” diye cevap veriyor kadın. “Eğer hurma olmasaydı, yalan söylemiş olacaktın” buyuruyor.
 
Şu anki tabloda anne babalar başta olmak üzere toplumumuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?
  Ben hâlimizi şaşkınlık olarak görüyorum. Yani ne yapacağımızı bilmiyoruz gibi geliyor bana. Bir şaşkınlık dönemi yaşadığımızı düşünüyorum. Bugün iyilik doğruluk, güzellik çirkinlik, o kadar birbirine girmiş ki… Söz veriyoruz, söz verdiğimiz saatte söz verdiğimiz yerde olmuyoruz. Bu, verdiğin sözde durmamaya girmiyor mu? Ev sahibi, misafirini gecenin on birinde bağırmalar eşliğinde uğurluyor; bu kul hakkına girmiyor sanıyoruz biz. Bunların nedenini ben şaşkınlık kelimesinden başka bir ifadeyle izah edemiyorum. İki insan, ikisi de dindar; biri ev sahibi, biri kiracı. Kaç tanesi birbirinden memnun? İnsanların dindarlığı ve ahlâkları arasındaki bağı merak ediyorsanız, nasıl düğün yaptıklarına bakın. Bugün kavga etmeden düğün yapan kaç tane aile var? Neden peki, nedeni ne? Bir taraf, bazen iki taraf da ahlâksızlık yapıyor da ondan. Kaç kişi miras meselesinde kavga etmiyor? Müslüman merhametli olmalı değil mi? Kaç tane işçi çalıştığı şirketin sahiplerinden ya da yönetiminden memnun? Aynı şekilde aç işveren de çalışanından memnun? Alışveriş yapıyoruz, ne kadar ucuz alabilirsek, o kadar kâr diye düşünüyoruz. Karşı tarafta ne kadar pahalı satabilirse, o kadar kâr yaptığını düşünüyor. Hani Müslümanlık? Müslümanın haddini, hukukunu bilmesi lazım değil mi? Bugünün Müslümanları böyle mi peki? Bunların hepsini yaşıyoruz maalesef, ama yaptıklarımızın ahlâksızlık olduğunu düşünmüyoruz…
 
Ahlâkî erdemlere riayet ederek yetiştirilen çocuklarla toplumda nasıl bir değişim meydana gelir?
Dünyamız cennete dönerdi her hâlde!
Tabii insan dört dörtlük olmaz; adı üstünde imtihan dünyasındayız. Olması gereken, genel olarak tablonun iyi seyretmesi. Her dönemde suçlular olmuştur, tecavüz ya da iftira olmuştur. Asr-ı Saadet döneminde dahi kavga, fitne yaşanmış -ki insanlığın en saadetli asrı dikkat ederseniz. Ama bunlar azınlıktaymış. Hangisinin ön plana çıktığı önemli, iyiliğin diğerlerini gölgede bırakması gerekiyor.
Kur’ân ve Peygamberimiz (asm) bizim yaşama kılavuzumuzdur. İşe kendimizi düzeltmekle başlamalıyız.
 
Son olarak ebeveynlere neler tavsiye ediyorsunuz?
  Bizim o kadar çok işimiz var ki, çocuklarımızla ilgilenmeye vaktimiz olmuyor! Ben, her şeyden önce, çocuklarımızla ilgilenelim diyorum. Çocuklarımızı arkadaşsız bırakmayalım. Günümüz anne babalarının arkadaşı yok. Ayda yılda bir misafir geliyor; onun da bir hafta öncesi ve bir hafta sonrası temizlikle, pasta börek hazırlamakla geçiyor. Belli bir yerden sonra evin beyi de böyle olacaksa, misafir gelmesin sınırına dayanıyor. Hanımlarımız alınmasınlar diyeceğim, ama hayır aslında alınsınlar, misafir ağırlamayı, ziyaretleri, oturmaları yok ettiler. Misafirliği, törenlere, protokole dönüştürdüler. Bedelini çocuklarımız ödüyor, ne yazık ki…
Okuyuculara da tavsiye ettiğim şu dua ile bitirelim: “Allah’ım ahlâkımızı güzelleştir”.

Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın
1959 yılı, Konya Çumra doğumlu olan yazar, 1985’te Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1993’de AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamladı. Muhtelif yerlerde görev yapan Prof. Dr. Mehmet Aydın, hâlen Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Eğitimi Bölümünde görevine devam ediyor. Yazarın yayınlanan kitapları arasında bulunan Ailede Ahlâk Eğitimi isimli eserinde yazar, çocuk eğitimindeki ahlâkî terbiyeni önemine değiniyor.
 
(Bizim Aile, Haziran 2012 sayısından)
 
[email protected]
Okunma Sayısı: 4074
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı