"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Müslümanca çalışıyorlar

16 Ocak 2014, Perşembe
Hem işimizi yapıyor, hem de her tarafı, her şeyi incelemeye çalışıyor, kafamıza takılanları da soruyorduk. Adamların bazı yaşayış tarzları tam Müslümancaydı. Mesaiye saat 07.00’dA başlayıp, 15.00’dA son veriyorlardı. Sorduk, “Öğle paydosu yok mu?” “Var, bir saat.” “İyi de çalışma saati o zaman 7 saat. Bizde en az 8-9 saat çalışılır. Yani haftada memur 40-45 saat olur“ dedik. “Cumartesi çalışılıyor mu?” diye sorunca, “Hayır” cevabını aldık. “Allah, Allah! o zaman haftada 35 saat çalışılıyor” dedik. “Evet, ama burada herkes hakkıyla çalışır, hiç kimse vakit doldurmak veya kaytarmak gibi bir vaziyette olmaz” dediler. Şaşırmıştık. Hem tam bir Müslümanın yapması lâzım gelen sabah namazının hemen peşinden işe başlamak, hem de adam gibi, Müslümanlığın gereği olan hakperestçe çalışmak.

AMERİKA İÇİNDE UÇARKEN
New York’ta, Diyanet’in yaptığı “Ulu Camii”yi, hem de Arapların yaptığı camileri ziyaret ettik. Onun dışında da, namaz vakitleri girince, “yeryüzünü bir mescid” telâkki edip, seccadelerimizi uygun yerlere serip namaz kıldık. Hattâ bir yerde, Amerikalı birisi İngilizce bilen arkadaşımıza, “Ne yapıyorsunuz böyle?” diye sordu. O da anlattı.
Bir haftalık Amerika programımızı tam ortadan ikiye bölmüştük. 3,5 gün New York’tan sonra, kalan 3,5 günümüzü California eyaletinin Los Angeles şehrinde geçirecektik. Bu seferki uçak seyahatimiz Amerikan havayolları ile iç hatlarda olacaktı.
Türkiye’de, Cumhuriyet bayramının yıl dönümü yâd edilirken, biz o gün New York’tan ayrılıyorduk. Oranın saatine göre, 29 Ekim günü saat 14.10’da New York’tan havalandık. Amerika’nın bir ucundan diğer bir ucuna gidiyorduk. En doğudan, Atlas Okyanusunun kıyısından, New York’tan; en batıya, Pasifik Okyanusunun kıyısındaki Los Angeles’e doğru uçuyorduk. Gideceğimiz mesafe ise, uçakla 6 saatlik bir yoldu. Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna uçakla, en fazla 2 saatte gidilirken, burada en az 3 kat daha fazla mesafede uçuyorduk. Los Angeles’e, New York saati ile 20.10’da, Los Angeles saatiyle ise, 17.10 da indik. Öğle namazını New York havaalanında, ikindi namazını Los Angeles’te kıldık. Akşam namazını da havaalanında kıldıktan sonra, kalacağımız otele ulaşıp bavullarımızı bıraktık. Mihmandarlarımızla birlikte yemek için, yine Türk lokantası veya helâl gıda aramaya başladık. Los Angeles’in havası New York’tan daha ılımandı. Arkadaşlara, “New York, aynı bizim İstanbul, Bursa; Los Angeles ise, İzmir, Antalya havası gibi...”

MÜSLÜMANCA YAŞAYIŞ TARZLARI
Türkiye ile saat farkı on saate çıkmıştı. Orada zeytin kültürü yoktu. Bir haftada zeytinimizi özlemiştik.
Hem işimizi yapıyor, hem de her tarafı, her şeyi incelemeye çalışıyor, kafamıza takılanları da soruyorduk. Adamların bazı yaşayış tarzları tam Müslümancaydı. Mesaiye saat 07.00’da başlayıp, 15.00’da son veriyorlardı. Sorduk, “Öğle paydosu yok mu?” “Var, bir saat.” “İyi de çalışma saati o zaman 7 saat. Bizde en az 8-9 saat çalışılır. Yani haftada memur 40-45 saat olur“ dedik. “Cumartesi çalışılıyor mu?” diye sorunca, “Hayır” cevabını aldık. “Allah, Allah! o zaman haftada 35 saat çalışılıyor” dedik. “Evet, ama burada herkes hakkıyla çalışır, hiç kimse vakit doldurmak veya kaytarmak gibi bir vaziyette olmaz” dediler. Şaşırmıştık. Hem tam bir Müslümanın yapması lâzım gelen sabah namazının hemen peşinden işe başlamak, hem de adam gibi, Müslümanlığın gereği olan hakperestçe çalışmak.

İSTANBUL TRAFİĞİ GİBİ TIKANMIYORDU
Evleri de Osmanlı sistemiydi. Apartman usûlü fazla yoktu. Tek katlı, bahçeli evleri vardı. Şehrin merkezi genellikle çalışma yerleri, etraftaki banliyöler de meskendi. Zaten bunu yollarda giderken görüyorduk. Eğer mesai saatlerine denk geliyorsak, yollar çok kalabalık oluyordu. Ama yine de bir İstanbul trafiği gibi tıkanmıyordu. Çünkü insanlar trafik kaidelerine tamamen uyuyorlar, hiçbir ihlâl yapmıyorlardı. Çok şeritli yollarda, herkes girdiği şeritte gidiyor, öyle bizdeki gibi zikzak çizerek şerit değiştirmiyorlardı. Bir seferinde dikkatimizi çekmişti. Biz, en sol şeridin yanındaki şeritten gidiyorduk. En sol şeritte genellikle boştu. Mihmandarımıza, “Sol şerit boş, niye sen oraya girmiyorsun?” dedik. “O şeritten herkes gidemez. Oraya arabada sadece sürücü varsa girmesi yasaktır. Arabada en az iki kişi olursa o şeridi kullanır. Aksi hâlde cezası, 500 dolar” dedi. Hayret etmiştik. Yine tabiî orada da, Avrupa’da olduğu gibi, bir yaya, ayağını yola atsa, arabanın geçme hakkı olsa da, hemen durup yayaya yol veriyordu. Tabiî yayalar da ihlâl de bulunmuyor, bunu kötüye kullanmıyordu.

HA İZNİK’İN HA SANTA MARIA’NIN GÜNBATIMI
Burada da bir iki cami bulduk. En büyüğü Suudi kralının adına yapılanıydı. Oralarda çeşitli ırklardan insanlar kardeşçe sohbet ediyordu. Bir akşam, mihmandarımız, bizi Pasifik Okyanusu kıyısındaki Santa Maria’ya götüreceğini, orada güneşin batışının çok güzel olduğunu, herkesin bunun için oraya geldiğini söyledi. Gerçekten değişik bir yerdi. Orada bir arkadaşımız, “Yahu bizim İznik’teki gün batımı, dünyanın sayılı yerlerinden biriymiş” dedi. Bu sırada İznik’teki gün batımında çektiğim bir fotoğrafı gösterdim, şaşırdılar. Pasifik Okyanusu üzerindeki ufuktan güneş batımı da, manzara da gerçekten güzeldi. Burada akşam namazını kılmamız icab etti. Oradaki yeşilliklerin üzerinde kılarken, 3-4 genç bizi görmüş, namaz bitince yanımıza gelerek selâm verdiler. Türkçe “Türk müsünüz?” diye sorunca heyecanlandık. Amerika’da Türkçe duymak güzel bir şeydi. “Sizi namaz kılarken görünce bunlar muhakkak Türk’tür diye konuştuk” diye düşündüklerini aktardılar. Ertesi gün Amerika’nın sinema merkezi meşhur Holywood’a da ziyaretimiz oldu.

AKARYAKIT UCUZ
Amerika’da petrolün litre fiyatı 1 dolar civarında. Otomobil sayısı o kadar çok olmasına ve kullanılmasına rağmen, akaryakıt yine de ucuz.
Bizim çocukluğumuzun geçtiği yıllarda (50’li yılların sonları, 60’lı yılların ilk yarısı) Türkiye’de, daha doğrusu Ankara’da, bol miktarda Amerikan arabası vardı. Hattâ benim akrabalarımda da vardı. Markaların isimlerini bayağı ezberlemiştik. Başta Chevrolet olmak üzere, Pontiac, Oldsmobile, Dodge, Plymouth ilk aklımıza gelenler. Bunlardan Chevrolet en enteresanlarıydı. Her sene arabanın modelini değiştirir, bir önceki senenin arabası diğerine benzemezdi. Çocukken öğrenmiştik. Chevrolet’in arka stop lambalarında imalat yılları yazardı, 57-64 filan diye. Biz de oradan aracın kaç model olduğunu bilirdik. Seyahatimizde, bu arabaların çoğunu, özellikle de Pontiac, Plymouth gibi markaları görünce maziyi gözümüzün önünden şöyle bir geçiverdi.

OLAĞANÜSTÜ HAL
Bir haftalık Amerika seyahatimizin son gününe gelmiştik. 1 Kasım Cuma günü Los Angeles saatine göre, saat 19.45 uçuş saatimizdi. Türkiye saatine göre ise Cumartesi sabahı 04.45 idi. Son hazırlıklarımızı yaparken şok bir haber geldi. Los Angeles Havaalanı’nda birisi öldürülmüş, ortalık karışmıştı. ”Eyvah” dedik. Amerikalıların telâşesi ve korkaklığını, paniklemesini biliyorduk. O yüzden bizim uçuşumuz, en azından uçuş saatimiz tehlikeye girebilirdi. Amerika âdeta ayağa kalkmıştı. Radyolarda, TV’lerde hep o hâdise nazara veriliyor, bir sürü sansasyon yapılıyordu. Âdeta memlekette olağanüstü hâl vardı. Bu durumdan rahatsız olmuştuk. Radyodan, havaalanının boşaltılıp, yolcuların yeniden tek tek kontrol edilip içeri alındığını duyduk. Giriş-çıkışların yasaklandığı ilân edilince, canımız iyice sıkılmıştı. Sürekli radyoyu takip ediyorduk. Nihayet saat 15.00 gibi durumun biraz normalleştiğini öğrendik ve arkadaşlarımızla konuşup, planladığımız saatten biraz daha erken Los Angeles Havaalanı’na gitmeye karar verdik. İyi ki de öyle yapmışız. Havaalanının normal girişine arabaları sokmuyorlardı. Arka taraflarda bir yere geçtik. Havaalanının üzerinde birkaç tane helikopterin sabit bir şekilde döndüğüne şahit olduk.
Neyse, haber geldi ki, sadece yayaları alıyorlarmış. 2-3 km. mesafeyi valizlerimizle yürüyerek havaalanına girdik. Giriş ana baba günü ve çok kalabalıktı. Yeşil pasaportlarımız vardı, ama Amerikalıların kabadayı ve diğer milletleri küçük görmeleri yüzünden, çok sıkı ve sıkıntılı bir kontrolden geçiyordu herkes. Hattâ ben de o hareketlerinden dolayı biraz takıştım. O yüzden beni bir güvenlikten daha geçirdiler. İyi bir İngilizcem olsaydı, bu yaptıklarının ne demek olduğunu sorardım, ama olmadı işte.

CENNET VATANIMIZ
İki saat kadar rötarlı olarak, Los Angeles saatiyle 19.45’de kalkacakken, maalesef 21.50’de kalkabildik. Yani Türkiye saatiyle 06.50. Yine enteresan bir şey oldu. 12 saat uçtuk. İstanbul’a indiğimizde, yatsı namazı vakti olmuştu.
Bizi karşılayan dostlara, Amerika’da öyle çok ahım şahım bir özellik olmadığını, bizim cennet vatanımızın bambaşka olduğunu belirterek, “Oturun oturduğunuz yerde. Ne var sağda solda? Gezecekseniz kendi memleketinizi gezin. Dil bilmezsin, yol bilmezsin. Adam, daha dede memleketini görmemiş, kalkmış elin gâvurunun memleketine gidiyor. Ondan sonra da ‘helâl gıda, Türk lokantası’ ara dur. Hâlbuki cennet vatanın her bir köşesinde görülecek, yenilecek o kadar çok şey var ki!..”

SON
 
OSMAN ZENGİN’İN  AMERİKA NOTLARI
 
 
Okunma Sayısı: 4548
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı