"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale-i Nur, bütün yasak ve engelleri aşarak dünyayı küresel bir dershaneye dönüştürdü

17 Mayıs 2014, Cumartesi
1920′LERDEN GÜNÜMÜZE DEVLET VE RİSALE-İ NUR
Risale-i Nur bütün yasak ve engelleri aşarak dünyayı küresel bir dershaneye dönüştürdü

27 MAYIS 1960 İHTİLÂLİ VE NURCULAR
27 Mayıs ihtilâlinin Nurculuk karşısındaki öfkesi bunlarla da dinmedi. 1952’deki Gençlik Rehberi Mahkemesinde Bediüzzaman’a beraat veren mahkeme başkanı Nef’i Demiroğlu, aradan sekiz yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra Yassıada’ya çıkarıldı ve hesaba çekildi. İhtilâlciler hâkim Demiroğlu’nu sanık sandalyesine oturtarak sordular: “Siz nasıl Said Nursî’yi beraat ettirebilirsiniz?” Demiroğlu’nun cevabı şu oldu: “Evet, ben beraat ettirdim. Çünkü hadisenin tahkikatını yaptım. Şahitlerin ifadelerini aldım. Ve vicdanî bir kanaatle hükmümü verdim.’’
Bu, zulmü ve keyfîliği şiar edinmiş tek parti kafasının, hukuk ve adalet önünde nasıl da çaresiz kaldığını gösteren hadiselerden sadece biridir. Nitekim millet iradesini ayaklar altına alarak gerçekleştirilen 27 Mayıs İhtilâlinin böylesi tasarrufları da tarihe kara birer leke olarak geçerken, utanç verici Yassıada sorgulamalarının üzerinden iki yıl bile geçmeden, devrin Adalet Bakanı Abdülhak Kemal Yörük bir soru önergesi üzerine Meclis Kürsüsünden şunları söylemektedir:
“Muhterem arkadaşlarım, Risale-i Nur Külliyatı adı altında neşredilen eserlerin intişarı 1952 senesinde başlamış ve devam etmekte bulunmuştur. Bu, Said Nursî’nin kitaplarına verilen bir isimdir. Bu eserlerin basılması ve okunması umum olarak kanunen yasak edilmiş değildir. Kütüphanelerimizde de bu mevzuya dair kitaplar mevcuttur.”
Başbakanlığı döneminde bu meseleyi es geçen İnönü, 1965’ten sonra düştüğü muhalefet cephesinde Nurculuğu yine stratejisinin ana unsurlarından biri haline getirir. Bu defa hedef Demokrat misyonun yeni temsilcisi olan AP ve lideri Demirel’dir. 1966 ara seçimleri öncesinde İnönü ile Demirel arasında cereyan eden tartışmaların en hararetli konusu Nurculuk olmuş; Demirel’i “Said Nursî’nin halifesi mi olacak?” diye köşeye sıkıştırmaya çalışan İnönü, seçimde yine ağır bir yenilgiye uğramıştır.
Ve millet iradesine bir türlü tahammül edemeyen güçlerin hazımsızlığı devam etmektedir. 12 Mart müdahalesinin “kahraman”larından zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un 1971 Ocak’ında yapılan bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısına sunduğu rapor çok enteresandır. Bu raporunda Batur bilhassa, “din, din tutuculuğu, teokratik devlet kurma özlemleri ve buna zemin hazırlayıcı faaliyetler—sayıları belli olmayan Kur’ân Kursları, Nurculuk, v.s. akımlar—bugünkü medenî yaşantı ve ekonomik koşullar dolayısıyla Türkiye’yi geriye götürmekten ve batırmaktan başka bir işe yaramaz” demektedir. Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla 12 Mart’ın belli başlı hedefleri arasında Nurculuk da vardır.
12 Mart’ın nasıl bir neticeye ulaştığı malûm. Risale-i Nur hareketinin kaydettiği gelişmeler de.
    
12 EYLÜL VE 28 ŞUBAT SONRASI
İnönü’süz bir Türkiye’de Halk Partisi ruhunu, toplumdaki gelişmeleri göz önünde bulundurarak farklı bir kılıkta ihya etmeyi hedef alan 12 Eylül harekâtı ve peşinden gelen 28 Şubat süreci sonrasında nasıl bir manzara ile karşı karşıyayız?
Küçük bir özet değerlendirme yapacak olursak: Vaktiyle Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında tamamıyla asılsız iddialara ve iftiralara dayanan iğrenç yayınlar yapan gazeteler, 12 Eylül sonrasında Risale-i Nur’u “çağın tefsiri” olarak vasıflandıran ilânlar yayınladılar sayfalarında. Bu ilânlar üzerine Genelkurmay Başkanlığı 21.3.1984’te Adalet Bakanlığına başvurarak, bu ilânların suç unsuru taşıyıp taşımadığını sordu. 26.3.1984’te Adalet Bakanlığı bu talebi İstanbul Basın Savcılığına iletti. Savcılık da 20.11.1984’te, eserler hakkında takipsizlik kararı verdi. Daha sonra, 9.3.1985’te, 12 Eylül hükümetinin Adalet Bakanı Rıfat Beyazıt’ın, 19 Ocak tarihli Milliyet’te çıkan “Kararı siz verin” başlıklı Risale-i Nur ilânı üzerine hükümete sunduğu soru önergesine cevap veren Adalet Bakanı Necat Eldem şöyle dedi: “Risale-i Nur’da suç unsuru yoktur.”
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı, emekli orgeneral Necdet Öztorun’un itirafı da bu gelişmeyi hikâye ediyordu:
“Ben mahkeme kararı olmadan kitap toplatılmasına ve yasağına karşıyım. Komutanlığım döneminde yasaklayabilseydim, Said-i Nursî’nin düpedüz laiklik aleyhtarı olan kitaplarını yasaklatırdım. Ama onları bile soruşturdum, mahkemelerde aklanmış. Yapacağım bir şey kalmadı...”
Bediüzzaman’ın hayatı boyunca hasretini çektiği bir gelişmenin yeni bir aşamasını ifade ediyordu bu sözler. Ama onun idealindeki hedef çok daha ilerilere uzanıyordu. Devletin Risale-i Nur’a, bu topraklardan çıkan bir iman ve tefekkür hazinesi olarak sahip çıkmasını istiyordu Bediüzzaman.
Bu hedefe doğru atılan ilk adım 1991 sonunda kurulan DYP-SHP koalisyonunda, SHP′nin elindeki Kültür Bakanlığının Risale-i Nur Külliyatını devlet kütüphanelerine koyması ve “Said Nursî sizi Hakkâri Devlet Kütüphanesine bekliyor” yazılı afişlerde halka duyurması ile atıldı. Böylece, Risalelere yıllarca “yasak kitap” muamelesi yapan anlayış terk edilmiş oldu. Üstelik başından beri bu yasakçı zihniyetin sahiplik ve sözcülüğünü üstlenegelmiş bir siyasî çizginin imzasıyla...
Devlet cenahında böyle bir değişim yaşanırken, sivil alanda Risale neşriyatı da çeşitlilik arz eden bir yapı içinde hızlı bir gelişme kaydetti. Külliyat, Bediüzzaman hayatta iken Lâtin harfleriyle ilk kez basıldığı 1956′dan sonraki dönemde uzun yıllar gizlice basılmaya devam ederken, 1975′te önce Yeni Asya Yayınları damgasıyla bazı Risaleler basıldı, sonra Külliyatın neşri aynı yıl kurulup faaliyete geçen Sözler Yayınevi tarafından gerçekleştirildi. Zaman içinde devreye giren başka birçok yayınevi de Risale basan kuruluşların listesine dahil oldu. Bu süreçte Risalelerin pek çok dünya diline çevrilmesi aşamasına da geçildi.
Derken, Diyanet′in 2014’te İşaratü′l-İ′caz′ı basmasıyla, çok önemli ve tarihî bir gelişme daha yaşandı. Bu eseri Mesnevî-i Nuriye′nin takip edeceği ve ardından diğer Risalelerin de basılacağı, bizzat Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez tarafından açıklandı (Yeni Asya, 10.5.2014).
İşte, Risale-i Nur′un çok kısa tarihi, devlete bakan boyutunda ana hatlarıyla böyle.
Nereden nereye?

Nereden nereye?

Üstadın önde gelen talebelerinden Bayram Yüksel’in, saff-ı evvel Barla kadrosunda önemli bir yeri olan Sıddık Süleyman’dan aktardığı çok ibretli ve düşündürücü bir anekdot var:
“Bir gün içimden dedim: ‘Biz yazıyoruz, biz okuyoruz. Üstad bu kadar zahmeti niye çekiyor?’ diye düşündüm. Böyle mülâhaza ediyordum. Üstad birden, ‘Kardaşım, göreceksin, ben bunları bütün dünyaya okutturacağım’ dedi.” 
Bayram Yüksel diğer eski saff-ı evvel talebelerden de buna benzer çok şeyler işittiğini anlatıyor. Ki, nurun ilk talebe ve kâtiplerinden Şamlı Hafız Tevfik ve Hafız Halit’ten de bu manada nakiller yapılıyor.
Ve yeryüzünün “küresel bir Nur dershanesi”ne dönüştüğünü gösteren örnekler her geçen gün artarken, Risale-i Nur’un ilk telif edildiği yer olma imtiyazıyla nazarların çevrildiği Türkiye’nin de, bu eserlerin yazıldığı dil olarak Türkçenin de yıldızı giderek parlıyor.
Dikkatli tetkikler, başına musallat olan ceberut zihniyete rağmen medenî ve çağdaş değerlere İslâm namına sahiplenerek ve dinden hiçbir taviz vermeden “çağdaş” olunabileceğini ispatlama yolunda en güzel örneği teşkil etme yolunda ciddî mesafeler kat etmiş olan Türkiye modelinin bu niteliği kazanmasında Risale-i Nur’un rol ve katkısını mercek altına alıyorlar.
Bu eserlerin, Kur’ân’ın çağımız insanına mesajı ve dersi olarak iki cihan saadetinin formülünü sunduğu gerçeğini heyecanla keşfedenlerden, sırf Risale-i Nur’u aslından okuyabilmek için Türkçe öğrenmeye başlayanlar dahi var.
Dolayısıyla, başka ülkelerde olup da Risale-i Nur’la tanışma bahtiyarlığına erişenler, Türkiye’deki Nur Talebelerine gıpta ile bakıyorlar. “Ne mutlu size ki, bu eserlerin yazıldığı ülkede yaşıyorsunuz, bu eşsiz Kur’ân tefsirinin birinci derecedeki ilk muhataplarısınız ve eserleri orijinalinden okuma imkânına sahipsiniz” diyorlar.
Bu durumda bize düşen, bu özel mazhariyetin kadrini bilip, hakkını vermek için çok daha fazla gayret göstermek olmalı. Ve hizmetlerimizi, dar ve yerel ufukların ötesine uzanan bir bakışla, Üstadın Barla’da ifade ettiği küresel perspektife oturtarak devam ettirmeliyiz.
Bunu yaparken, hizmetin orijinal prensip ve esaslarına sadakatle ve tavizsiz bağlılığın korunması; hariçten gelebilecek farklı telkin ve manipülasyon çabalarına karşı her zaman dikkatli ve müteyakkız olunması; hizmetin asliyetinin her hal ve şartta muhafazası çok büyük öneme sahip.
Üstad, “Risale-i Nur kendi kendine intişar eder” diyor. Bize düşen, perde değil, ayna olmak.



SON

YENİ ASYA ARAŞTIRMA MERKEZİ
[email protected]


Okunma Sayısı: 3360
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı