13 Temmuz 2014, Pazar
Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.
“Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” (A’râf Sûresi, 7: 31.)
Şu
âyet-i kerime, iktisada kat’î emir ve israftan nehy-i sarih sûretinde
gayet mühim bir ders-i hikmet veriyor. Şu meselede Yedi Nükte var.
BİRİNCİ NÜKTE
Hâlık-ı
Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf
ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise,
nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.
Evet, iktisat hem bir şükr-ü
mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î
bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat,
hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem
nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen
nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr
hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.
İKİNCİ NÜKTE
Fâtır-ı
Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir
şehir misâlinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve
damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i
vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o
damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa “Yasaktır” der,
dışarı atar. Bazan da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı
ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.
İşte, madem ağızdaki kuvve-i
zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir
hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen
hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev’inden ancak beş
derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan
çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline
sokmasın.
İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir
lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para, diğer
lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden,
beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten
sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık
peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak
noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk
paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu
kıyas edilsin.
Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla
beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan
çıkarır. “Hâkim benim” der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye
sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak. “Aman, doktor gelsin,
hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün” dedirmeye mecbur edecek.
İşte,
iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir; kuvve-i
zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o
hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır,
iştihâ-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et’imeden gelen sun’î bir
iştihâ-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.
Lem’alar, 19. Lem’a, s. 353
LÛGATÇE:
istihfaf: Hafife alma.
ihtiram: Hürmet gösterme.
kuvve-i zâika: Tat alma duyusu.
müsavi: Eşit.
tevfik-i hareket: Hareketin uygun olması.
tenevvü-ü et’ime: Yiyecek çeşitleri.
iştihâ-yı kâzibe: Yalancı iştah.
Okunma Sayısı: 2347
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.