Ön not: Gençleştirme uygulaması kapsamında bir süredir köşemizi salı ve cuma günleri Ankara’dan genç avukat kardeşimiz İbrahim Aktaşcı’ya devretmiş idik. Köşemizi bugünden itibaren de çarşamba (ve ileride ayrıca cumartesi) günleri yine Ankara’dan genç avukat kardeşimiz Hakan Özlen’e devrediyoruz. Hem hatırlatalım ki gençlerin teşviki için esas kaide şudur: “Memnuniyetinizi dostlarınıza, şikayetlerinizi müessesemize bildiriniz!”
İşte ilk “Akıl Misafiri” yazısı:
Ata İttifakı’nın milliyetçi yapısı Cumhur İttifakı’nın terör üzerinden yürüttüğü siyaseti güçlendirirken Millet İttifakı’nın “hak, hukuk, adalet” ekseninde yürüttüğü siyasete gölge düşürdü.
Teröre karşı olmak millî bir meseledir. Tamam. Ama milliyetçi olmayan teröre karşı olamaz mı? Teröre karşı mücadelede milliyetçilik beraberinde adaletsizliği getirmez mi?
PKK, elbette bir terör örgütüdür. PKK’nın siyasî uzantısı ya da destekçisi de bulunabilir. Ancak siyasi ahlâkın tamamen çoraklaştığı bir dönemde terörle mücadele konusunu milliyetçi konsept üzerinden siyasetin malzemesi haline getirmek doğru değildir. Terörle gerçekten bağlantısı olanın -adil yargılanmak şartıyla- hesap vereceği tek yer bağımsız ve tarafsız mahkeme salonlarıdır.
Milliyetçilik; milletini sevme, milletine bağlı olma ve milletinin menfaatlerini kendi şahsi çıkarlarının üstünde tutma gibi anlamlara gelir. Bu müsbet bir tanım.
Ancak milletini aşırı büyütmek ve başka milletler yanında milletine haksız olarak üstünlük sağlamaya çalışmak ve bunun siyasetini yapmak ise menfi milliyetçilik ve hatta ırkçılıktır. Irkçılık Bediüzzaman’a göre “başkasını yutmak”la beslenir.
Yine Bediüzzaman’a göre “Milliyetimiz ise yalnız İslâmiyet’tir” ve bizi birbirimize maddi açıdan bağlayan başka bir sebep de “Hazreti Nuh (as) evlatlığıdır”. Yani maddi ve manevi değerlerimiz bizi barışmaya, uzlaşmaya ve anlaşmaya sevk edici mahiyettedir.
Türkiye’nin demografik yapısı kozmopolit bir özelliğe sahiptir.
Dolayısıyla bilhassa iktidar cenahının Türk milliyetçiliği üzerinden siyasî malzeme üretmeye çalışması son derece tehlikeli bir hamleydi.
Batı’yı ve Amerika’yı millîlik adına toptan düşman bellemek asla akıl kârı değildir. Batı’nın ve Amerika’nın başarısını bizim için de örnek olarak görmek ise esasında müsbet manada milliyetçi olmanın bir gereğidir.
Zira millîlik iddiası, milletin menfaatine olanı istemeyi gerektirir.
Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi “ecnebilere düşman nazarıyla değil, belki saadetimizi, ila-yi kelimetullaha bu zamanda vasıta olan terakki ve medeniyete bizi teşvik ve icbar ettiklerinden, dost ve hadim nazarıyla bakacağız.”
Globalleşen dünya sebebiyle Haç’la Hilâl’in, Batı’yla Doğu’nun çatışması; inkârla imanın, yanlışla doğrunun, sefaletle medeniyetin, taassupla insafın çatışmasına dönüşmüştür.
Dolayısıyla bize, düşman değil dost ve dostluklar üreten siyaset lazımdır. Siyasi entrikalara aldanmamak için şecaatimizi aklımızdan ve fikrimizden alacağız. Her şeye rağmen hakkın ve hakikatin yanında olacağız. Hak, hukuk ve adaleti savunanlarla ittifaklar kuracağız.
Attila’nın Avrupa’daki tarihî zulmüne ortak olmayacağız. Osmanlı’nın “milletin bekası için fert feda edilir” fetvasının çağdaş versiyonlarına da onay vermeyeceğiz. Tek parti döneminin kafatasçı güruhunun materyalist ve maddeperest tezlerine ise lanet edeceğiz.
İslamiyet ve demokrasi adına, yine millet menfaatine olarak, “hak, hukuk, adalet” demeye ve istemeye devam edeceğiz.