"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İktisat Risalesi ve beyin-mide ilişkisi

Hüseyin ÇETİNSOY
07 Ekim 2015, Çarşamba
New York Presbiteryen Hastanesi Hücre Biyolojisi ve Anatomisi Bölümü ve Colombia Üniversitesi Tıp Merkezi’nin yöneticisi; 1998 yılında yayımlandığında çığır açan “The Second Brain” adlı kitabın yazarı Prof. Michael Gershon’a göre “karnımızda ikinci bir beyin bulunuyor.

Midemizdeki bu sinir hücresi yığını, mide içindeki dünyayı, midenin muhtevasını hissetmemizi sağlar. Bu sinir-hücresel (nöral) sistemin büyük kısmı, günlük öğütme işleri için kullanılır. Yiyecekleri parçalamak, besin maddelerini emmek ve atıkları çıkarmak gibi kimyasal işlemler, mekanik bir karıştırma ve ritmik kas hareketleri gerektirir.1

 Karın, özerk çalışmaktadır. Karındaki beynin, beyne gönderdiği sinyaller, beyinden alınandan daha fazladır. Karın, hastalanıp, kendine özgü nevrozlar geliştirebiliyor. Karın, hissediyor, düşünüyor ve hatırlıyor. Sezgisel kararlarımızı, bu içsesi dinleyerek alıyoruz. İçsesimizin fısıltılarını, beynimizin kabullenmesi, karnın, beyne üstün gelmesi anlamına gelmiyor. En azından beynimizin dışında, başka bir merkezin olduğu söylenebilir. Karın, gerçekten hayatın önemli sırlarını barındırıyor.2

Şimdi de 1934 yılında Barla’da yazılan İktisat Risalesinden ilgili bölümü okuyalım:

“Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa “Yasaktır” der, dışarı atar. Bazan da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.”3

Prof. Michael Gershon’nun yazmış olduğu “İkinci Beyin” adlı kitaptan 64 yıl önce yazdığı İktisat Risalesinde Bediüzzaman Hazretleri mideyi ‘vücudun merkezi’ ve ‘cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkim’ olarak tanımlamaktadır. O yıllardaki tıb ilmi vücudun hâkimi olarak beyni gösterirken Bediüzzaman Hazretleri acaba hangi sebeple mideyi hâkim olarak ifade etmiştir? 

İktisat Risalesinden konuyu okumaya devam ettiğimizde mide ile ‘kuvve-i zâika’ denilen tad alma duygusu arasındaki ilişkiye yeni bir yorum yapılmakta olduğunu görürüz:

“Kuvve-i zâika kapıcıdır” dedik. Evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için isrâfâta ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerektir.

Fakat hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Altıncı Sözdeki muvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zâikası rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyenin envâını tartmak ve tanımak, bir şükr-ü mânevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte, bu surette kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle, midenin fevkinde hükmü var, makamı var.”4

Evet, tad alma duygusu ‘ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar’ için ‘kapıcı’ hükmünde iken ‘hakikî ehl-i şükr ve ehl-i hakikat ve ehl-i kalb’ insanlar için ‘bir nâzır ve bir müfettiş’ hükmündedir. Yani tad alma duygusu, nefis hesabına kullanıldığında bir kapıcı; Allah hesabına kullanıldığında ise O’nun ihsan etmiş olduğu bütün yiyecek ve içecekler adedince ölçekler ile İlâhî nimetleri tartan ve tanıyan; manevî bir şükür olarak cesede, mideye haber veren bir fonksiyon arz etmektedir. Böylece ‘tad duygusu’ kalb, ruh ve akılla irtibat kurup bir müfettiş veya nazır (vekil, bakan) olarak değer kazanacaktır. 

Demek vücudun hâkimi mide olmasına rağmen bu hâkimiyetin mideden alınmasının bir yolu vardır. O da ‘ruhun cesede, kalbin nefse, aklın mideye hâkim’ olması ile gerçekleşecektir. Yani mide üzerinde hâkimiyet kurmak ancak ‘açlığı’ tatmakla mümkündür. Bunun yolu da sünnette tarif edilen oruçlarla yapılmalıdır. Bazı kimselerin bu ölçünün havassa mahsus olduğunu iddia edip avamın ‘açlık’ terbiyesini yapamayacağı anlayışı yanlıştır. Çünkü havas dediğimiz insanlar kalb gözünün açılması için velâyet yolunda riyazet denilen özel açlık kürleri uygulamışlardır. Oysa -velilik iddiası olmadan- her Müslüman sünnete uygun yiyip içme ve tavsiye edilen oruçlarla mide hâkimiyetinden kurtulabilir.

Evet, Bediüzzaman Hazretleri Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmdan naklederek nefsin ancak ‘açlık’ ile kendini bildiğini ifade etmektedir. Yani bu dünyadaki en büyük meselesi ‘iman’ olan insanın bu imanı ancak ‘mide’sinin açlığı ile kazandığı gerçeği unutulmamalıdır. Bugünkü tıb ilminin de keşfettiği, fakat ‘İkinci Beyin’ isimlendirmesiyle yanılgıya düştüğü ‘mide’nin aslında asıl beyinden daha çok üzerimizde hâkimiyet kurduğunu bilerek Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği ölçüyü hayatımıza aksettirmeliyiz.

Dipnotlar:

1. Bilim ve Teknik Şubat 2011, s. 8.
2. Hania Luczak, “Arzın Merkezinden Sinyaller”, Geo dergi, Şubat 2008.
3. On dokuzuncu Lema s. 354.
4. Age, s. 355.

Okunma Sayısı: 3039
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet Çetin

    8.10.2015 00:49:36

    Hüseyin Bey kardeşimi tebrik ediyorum. Gerçekten güzel bir yorum olmuş ve hem de bilimsel gerçekler ışığında. Tekrar tebrik ediyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı