Üstad Bediüzzzaman, “İnsanda en mühim ve esaslı his, hiss-i havftır (korku hissidir). Dessas zalimler bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları avamın ve bilhassa ulemânın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar.” (Mektubat, s. 704.) buyurmaktadır.
Yakın geçmişte askerî darbelerin, toplumun bu korku damarını acımasızca kullandıkları görülmüştür. Meselâ 12 Eylül münâfık darbecileri, insanları anarşi ve terör korkusu ile sindirerek kendilerine biat ettirdiler. Sonra sonuçları uzun yıllara uzanan zalimane icraatlar yaptılar. Kemalizm’i zorla kafalara çakmak için çok çalıştılar. Kendilerine biat etmeyenlere hayatı zindan ettiler. O dönemde halkın çoğu Yeni Asya Camiası ve gazetesi gibi cesur olup darbecilere biat etmeselerdi, Türkiye’nin durumu çok farklı olurdu.
28 Şubat sürecinde Postmodern darbeciler, siyasîleri ve halkı korkutarak “İrtica“ ile mücadele bahanesiyle çok zulümlere imza attılar. İHL’ler ile Kur’ân Kurslarına ağır darbeler indirdiler. Kamuda başörtüsü yasağı getirerek başörtülü olarak çalışan hanımları işlerinden attılar. Ne yazık ki, bu yanlış işlere toplumdan ciddî bir tepki gelmedi. “Musîbet-i amme (umumî musîbet, ekseriyetin hatasına terettüp eder” kaidesince ardından İlâhî ikaz geldi. Bu ikaz, 1999 Gölcük Depremi ile binlerce insanın ölmesi ve binlerce evinin barkının yıkılması sonucunu verdi.
Birkaç ay önce yaşanan 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü, toplumda müthiş bir korku havası oluşmasına yol açtı. Siyasîler iktidarlarını kaybetme korkusu yaşarken, halkta da müthiş bir panik havası yaşandı. Halkın bir bölümü sokaklara dökülerek darbecileri protesto etti. Ancak darbe korkusu iktidarı ifrat derecesine varan tedbirler almaya yöneltti. OHAL ile hukuk ve demokrasinin askıya alınmasından sonra yapılan icraatlar, can yakıcı sonuçlara yol açmaya devam etmektedir. Darbe teşebbüsü sonrası Jurnal ve haksız ihbar furyası devreye girdi. İyice tahkik edilmeden “Fetöcü“ diye ihbar edilen binlerce kişi sorgulanmadan, mahkeme kararı olmadan kamu görevinden uzaklaştırıldı, binlerce kişi tutuklandı. İçlerinde cezayı hak edenlerin bulunması muhtemel olmakla birlikte, bunların hepsinin darbeci olması pek gerçekçi görünmüyor. Vazifesinden atılanlar, aileleriyle birlikte Suriye’li sığınmacılardan beter bir sefalet ve açlığa duçar oldular. Çokları akraba ve yakınlarının yardımıyla hayatlarını sürdürüyorlar. Bürokraside çalışanlar hâlâ, “Bir iftiraya maruz kalarak işimi kaybedebilir miyim?” korkusu yaşamaktadırlar.
Sözün özü
: Fertler, kendilerinin ve ülkenin selâmeti için, zalimlere boyun eğmemek, mazlûmları ezmemek olan “Şehamet-i imaniye” ile bezenip korkuyu üzerlerinden atmaları, hak ve hüriyetlerini cesurane aramaya çalışmaları gerekir. Diğer yandan idareciler, darbe korkusunu üzerinden atarak bir an önce hukuk ve demokrasi rayına avdet etmeleri lâzımdır. OHAL’in kaldırılıp normale dönülmesi, halkı ve bürokrasiyi endişeye ve korkuya sevk eden aşırı güvenlik tedbirlerinin mutedil hale getirilmesi, yaş ile kuru birbirinden ayırt edilerek ispiyon sonucu içeri atılan on binlerce kişinin serbest bırakılması, suçluluğu sabit olmayan kamu görevlilerinin vazifelerine iade edilmesi ülkenin ve siyasetin rahatlaması yönünden gerekmektedir.