Bir gün Nasreddin Hoca öğrencileriyle kırlarda dolaşırken, su kıyısında görevi adalet dağıtmak olan Sivrihisar Kadı'sının makamında değil de bir ağaç dibinde şekerleme yaptığını görmüş.
Cübbesi bir yanda, kavuğu, sarığı bir yanda… Hoca cübbeyi sırtına, kavuğu başına giyip, sarığı da sarıp evine gitmiş.
Ertesi gün, Kadı kendine geldiğinde, adamlarına buyruk vermiş:
“Cübbemle sarığımı kimde görürseniz kendisini yakalayıp yanıma getirin!”
Az bir zaman sonra, mahkeme binasının önünde, Kadı efendinin cübbesi ve sarığı ile dolaşan Nasreddin Hoca’yı gören mahkeme kollukçusu, Hoca’yı yakaladığı gibi sürükleyerek duruşma salonuna çıkarmış. Halk da ne oluyor diye peşlerine düşmüş.
Kadı kükremiş;
“Bre Hoca, o sırtındaki cübbeyle kavuğu nereden buldun?”
“Dün öğrencilerimle birlikte dolaşmaya çıkmıştık. Derenin kenarında görevini ihmal eden, uykucu, temiz giyimli, efendi görünüşlü bir adam gördük. Cübbesi bir yanda, kavuğu bir yandaydı... Hırsızlar çalmasın diye düşünerek, cübbesi ile kavuğunu alıp giydim. Kadı efendi, sahibini tanıyorsan söyle de verelim.” demiş.
Kadı, kendini toparlamaya çalışarak yumuşak bir sesle;
“Nerden tanıyayım, sen güle güle giymene bak.” demiş.