"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

31 Mart’tan günümüze

Kâzım GÜLEÇYÜZ
27 Mart 2019, Çarşamba
Ülkemizde hürriyet ve demokrasi sürecini inkıtaa uğratan darbeler zincirinde önemli halkalardan birini oluşturan 31 Mart olayının, hürriyet mücadelesine verdiği zararları Üstad Bediüzzaman Münâzarât’ta şöyle özetliyor:

“Garazkâr cerîdeler hakikî hürriyetin sadâsını susturdular. Meşrûtiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldılar.” (E. Said Dönemi Eserleri, s. 257)

O zaman İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti mensubu olarak hürriyetçi Ahrar Fırkasını destekleyen Said Nursî’nin, araya giren savaş, esaret, millî mücadele, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçiş ve cumhuriyet adı altında kurulan tek parti diktatörlüğü yıllarından sonra, 1950’de başlayan çok partili demokrasi döneminde bu tavrını Nur Talebelerinin Demokratlara desteği şeklinde devam ettirdiğini biliyoruz.

Onun 31 Mart sonrası için çizdiği tablonun 27 Mayıs ve diğer darbelerini takip eden dönemlerde defaatle tekrarlandığını da.

Gerçekten, darbe ve müdahale ortamlarında, “garazkâr medya”nın tarafgir, kafaları karıştıran, ard niyetli, maksatlı ve tahripkâr yayınları, her defasında “hakikî hürriyetin sadâsını susturdu.” Meşrûtiyet, yani demokrasi fikri ve ideali “pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları dağıldı.”

Darbeler silsilesinin günümüzde aldığı şekil ise, sürece yayılan sürekli bir müdahale ortamına dönüştü. 1982’de 12 Eylül darbe anayasası ile tesis edilen düzen, bunun kurumsal yapısını oluşturdu ve bu durum çeyrek asrı aşkındır hâlâ düzeltilemedi.

Hayatımızın en kritik ve duyarlı alanlarında tahripkâr sonuçlara  yol açan 28 Şubat’ın dayanağı da 12 Eylül’ün kurduğu düzen. 

Bu durum, haliyle siyasetteki gelişmeleri, hattâ seçim sonuçlarını dahi etkiliyor. 

1999, 2002, 2007, 2011, 2015 ve son olarak 2018 seçimlerinden çıkan neticeler iyi analiz edildiği takdirde, bu durumun doğrudan veya dolaylı etkileri mutlaka görülecektir.

Bütün bu hengâmede en büyük zararı, her defasında sadâsı susturulan hakikî hürriyet ve pek az adamın üstüne münhasır kalan demokratlık gördü. Hürriyet ve demokrasi fedakârları sağa sola dağıldı. Kimi başka adreslere giderken, kalanlar da bu şartlarda varlık gösteremedi.               

(Devam edelim)

Okunma Sayısı: 3393
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp-3

    27.3.2019 15:53:25

    12 Eylül'ün eskimiş ve pörsümüş düzeni miadını doldururken, 27 Şubat sürecini başlatan derin güçlerin yanında yine yandaş medya vardı. Attıkları manşet, yaptıkları haber ve yazdıkları yazılarla hürriyetçi demokrasi ve hukukun üstünlüğünden hazzetmeyen darbecilere "taze kan" aşılayan, darbe çağrıları yapan, cesaretlendiren de yine dünün "garazkâr" bugünün "yandaş" denilen medyası idi. Bu derdin, illetin çaresi milletin demokrasi bilinci ve kültürüne sahip olması, demokratik siyaseti ve demokrat siyasetçileri benimsemesi, özümsemesi ve iş başına getirmesidir. Yoksa "gömlek değişikliği" ile ülkeye hürriyet ve adaletin, demokrasi ve hukukun gelmeyeceğini bilmemiz gerekir. Şu yerel seçim kampanyası denen "kumpanya" bile bize, ne iktidar cenahının ne medyanın amacının demokrasi ve hukuk olmadığını gösterdi. İkisi de (omuz omuza vermiş) kazan-kazan oynuyorlar. Ya bizler?...

  • Gündüz Alp-2

    27.3.2019 15:40:07

    Bunun en bilinen meşhur örneği Hitler Almanya'sıdır. Onun için iki kullanışlı ve etkili aparatı vardır: Medya ve Yalan. Bir merkezde üretilen yalanlar binler dille, göze ve kulağa hitap eden medya (gazete ve radyo) ile ülke zeminini baştan başa dolaşır. Neticede kendi ülkesini de dünyayı da yangın yerine çevirir. Türkiye'de de ceridelerin / gazetelerin dün olduğu gibi bugün de sicili fazla temiz değildir. Dolayısıyla devamlı güven sorunu ve tiraj kaygısı yaşarlar. Fakat bugünkü tavırları o kadar ikiyüzlüdür ki, inanmadıkları bir ideolojinin, güvenmedikleri bir iktidarın sözcülüğünü "-mış gibi" davranarak hürriyetçi demokrasiye ve hukuka rağmen yapmaktadırlar. Böylece kamuoyunu doğru bilgilendirmedikleri gibi halkın yanlış karar vermesine ve yanlış tercihte bulunmasına sebep olmaktadırlar. Diyebilirim ki, 16 Nisan halk oylamasının sonucu, medyanın, halkı yanlış yönlendirmesiyle ortaya çıkmıştır. Şimdi farklı mı?

  • Gündüz Alp

    27.3.2019 15:25:54

    Sayın Güleçyüz, özellikle istibdatın diktacı ve baskıcı dönemlerinde iktidar ve gücün yanında konuşlanmış gazeteler vardır. "Pravda" ve "El-Ahram" görevi gören bu yandaş ceriderler; halkın duymak istediklerini değil diktanın söylemek istediklerini yazar çizerler. Vazifeleri beyin yıkama, algı operasyonu ve toplumu hipnotize etmektir. Bediüzzaman'ın "Garazkâr cerîdeler hakikî hürriyetin sadâsını susturdular. Meşrûtiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldılar" dediği hususun farklı versiyonunu yandaş medya marifetiyle bizler de yaşıyoruz. Dünkü garazkâr cerideler için bugün, güce ve iktidara eklemlenmiş "yandaş cerideler" diyebiliriz. Neredeyse manşetleri bile aynı olan bu cerideler, hürriyetçi demokrasi ve hukukun üstünlüğü isteyen seslere hiç yer vermezler. Bizim gibi hür, medeni, demokrat ve gelişmiş ülke ligine yükselememiş ülkelerde durum üç aşağı beş yukarı aynıdır. Ve bütün istibdat yönetimlerinin en gözde aracı, yandaş medyadır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı